Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz. Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla yapboz denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi: puzzle) etkinliğidir. Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz. Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n
Serseri Deniz Sohbetleri, denizcilik yaşantısı üzerinden çeşitli meselelerin yarı şaka-yarı ciddi ele alınarak farkındalık sağlamanın amaçlandığı bir blog yazı dizisidir. Daha önceki yazı dizilerindeki gibi Serseri Deniz Sohbetleri blog serisi üçleme olarak yayınlanacaktır.
Konu alt başlıklarında yer alan soruların hiçbirinin içeriğinde dinibilgi veyaitikada ait bir paylaşım olmayacak aksine denizcilik yaşantısında, seyrüsefer esnasında hoşça geyiklerin yapıldığı sıradan konuların (bazen bunların efsaneleştirildiği de olmaktadır) farklı bilgilerle bir araya getirildiği bir metafor sunulmaya çalışılacaktır.
Bu metaforlarda sorulacak soruların konu başlıkları ise:
Efendim, blog yazılarımızın başlangıcında başkaları tarafından mimlenmeden (mim: blog yazarlarının birbirlerine sorular yönelttiği ve cevaplar aldığı yazı formudur) önce hangi meslek ile uğraştığıma dair üçlemeden oluşan bir yazı dizisi hazırlayarak sizlere kendimi tanıtmaya gayret etmiştim. Merak edenler için bu yazıların linklerini aşağıya bırakıyorum:
Kızımın sorduğu bir soruya istinaden yaptığım bu karışık mesleklerden özellikle denizcilik yaşantımızda birbirinden farklı kıta ve ülkelerini bu mesleğin içine sığdırmanın nasip olduğunu daha yeni anladım.
Kızımın sorduğu "baba sen kaç ülke gezdin?" sorusuna doğru cevap verebilmek için oturup kaba bir hesap yaptım ve çıkan sonuca göre birçok kişinin "vay be!" diyeceği kadar yer gezdiğimi fark ettim.
Kabaca dünyanın dört kıtasında (Avrupa, Afrika, Asya, Kuzey Amerika, çin) birbirinden farklı toplam 24 ülkeye seyahat ettiğimi hatta bunlardan bazılarına 2-3'er (hatta bazen daha fazla) kez gittiğimi anımsadığımda inanın bende kızım gibi hayrete düştüm! Oysa ki denizdeki balık misali suyun dışına alınıncaya kadar nerede yaşadığımdan gerçekten bihabermişim...😏
"Cihân-ârâ cihân îçindedir ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler" Hayali
(Cihanı bezeyen, süsleyen cihanın içindedir bilmezler Şu balıklardır ki denizin içindedir denizi bilmezler.)
Çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı? Ya da...
Hayatımın büyük bölümünü işgal eden denizcilik mesleği ve onun tüm zorluklarına (deniz dalgası ve deniz tutması, sindirim zorlukları, susuzluk, uzun süren manevralar, yabancı ülke yasaları ve yasakları vb.) rağmen "Çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı?"sorusuna bu minvalde"çok gezen bilir" demek icap ederken bendeniz yıllar yılı tam tersine "çok okuyan bilir" demek durumunda kaldım fakat şimdilerde ise yaşımız kemale erdiğinden “çok okuduğunu gezerek pekiştiren bilir” demek durumundayım. Neden mi?
Her ne kadar bir denizcinin kısmetine Evliya Çelebi misali "gezerek öğrenmek" düşmüşse de -bu sayede farklı ülkelerde farklı kültürler öğrenmek, farklı yerler görmek insanın ufkunu açtığı fikrine kesinlikle katılıyorum- yine de bu mesleğin diğer önemli bir özelliği olan "boş zaman" ve onu doldurmak için kişisel gelişim için yapılabilecek çok şey olduğunun iddiasındayım. Bunların en başında kitap okumak, film izlemek sonra sırasıyla spor yapmak (genelde fitness) ve enstrüman çalmak gibi aktiviteler gelmektedir.
Dolayısıyla herhangi bir denizci ile karşılaştığınızda (genelde uzak yol) eğer onda bir "heyecan/coşku/neşe" buluyorsanız biraz da anlatma hevesi veya gevezelik varsa ve kişinin pozitif olduğu konusunda hemfikir iseniz bilin ki yukarıda saydıklarımın biri veya birkaçını bu kişi yapmayı başarmıştır.
Söylediğim sözler hemen sizlere kibir dolu ifadeler olarak gelmesin çünkü bu söylenenler yalnızca denizcilik mesleğinin doğal yapısından kaynaklanmaktadır. Birilerinin tabiriyle "fıtratından" :)) Haliyle işin içine biraz da kişinin kendi karakteri girince sözler havada kalmaz diğer insanlardan onu ayıran özellikler biranda belirginleşir. Yoksa istisnalar elbette kaideyi bozmayacaktır.
Kişinin fıtratı, karakteri "negatif" ya da amiyane kendisi biraz "mendebur" biraz da alıcıları kapalı ise: değişim ve gelişime açık değilse bu mesleğin kendisine katacaklarına, kazandıracaklarına zatensahip olması da mümkün değildir! Bu yönde de tecrübe edinilmiş örnekler vardır. Dolayısıyla bu sürümdeki kişiler ne yapsa nafile olacaktır. Denizcilik mesleği tıpkı ahtapot gibi hem renkten renge girebileceğin hem de aynı esneklikle her şeye adapte olabileceğin bir yaşam formuna sahipliği gerektirir. Haliyle yine onun gibi iki kol yerine çok kollu davranmayı ve her şeye tutunabilmeyi de iyi becermek gerekir.
Denizcilik mesleği tabiri caizse biraz serseri ve macera dolu yönü olduğundan saydığımız bu tipte insanları (mendeburlar) içinde barındırmayı pek haz etmez. Etse bile bu tip kişiler zaman içerisinde diğerlerinden izole bir hayat yaşayarak kendi kozası içinde asla kelebek olmadan yitip giderler. Ellerinde sadece bu mesleğin getirisi ile birkaç akarı dışında elde avuçta bir şeyi kalmaz. Bunu kültür ya da entelektüellik bağlamında söylüyoruz.
İnsanların denizcilik mesleğini talep etmesindeki birinci etkeninprestiji, havası; ikincisinin ise ücreti, maddi kazancı için olduğunu düşünüyorum. Bunun dışındakiler ise bu işi kesinlikle severek yapmıyordur. Yoksa kişinin içinde deniz ve denizcilik sevgisi yoksa inanın insanın "deli olması" gerekir. Çünkü yaptığınız seyirler Ege ve Akdeniz'deki gibi öyle mavi tekne turları filan değildir; aksine hayattan ve toplumdan kopuk, başına buyruk ve serseri bir hayattır bu işin gerçeği...
Denizcilik mesleğinin kazandırdığı bence bir insana kattığı en önemli değerin gezmenin yanında okumak olduğunu yeniden belirtmek isterim. Zamanın bereketinden olsa gerek dünyanın eksenini birkaç tur döndürecek kadar kitap okuyarak geçirilmesi yine bu mesleğin doğası gereğidir. İstisnalar kaideyi elbette bozmayacaktır.
Hem okumak hem gezmek ve bunları pekiştirmek ise işin en güzeli. Düşünün Roma şehri hakkında kitap okuyup sonrada kitapta tasvir edilen ve betimlene yerleri gezerek görmek ne kadar harika olur! Bulunmaz bir hazine…
Bazen denk geldiğim şu manzarada yine beni mest ediyor: “tatildeelindeki kitaba dalarak dünyadan kopan insanlar” gördüğümde ne yalan söyleyeyim yukarıda bahsettiğim nostalji günler hatırıma geliyor ve bu insanlara imreniyorum. Çünkü şimdiye kıyasla bir denizci olarak geçmişte o kadar çok kitap okuduk ki sayısını hatırlamakta zorlanıyorum.
Lise döneminde beni arayan samimi arkadaşlarım elleriyle koymuşçasına okul kütüphanesinde bulurlardı. Yani eskiden kitap kurduydum. Bu arada okul kütüphanemiz o zamanların hitabıyla "boğaz köprüsünü" gören mükemmel bir konumda bulunmaktaydı. Kısacası mükemmel manzara eşliğinde yüzlerce ciltli kitap arasında derin bir sessizlik ve tüm kütüphaneyi kaplayan o muazzam reçine kokusu eşliğinde mistik okuma saatlerine bayılırdım…ve o kitap kokulu vakitleri hep özlerim...
Tırnak içinde söylemek gerekirse benim için bir tutku olan "okuma alışkanlığı" aksak bir halde olsa da çok şükür ki devam ediyor. Ne yalan söyleyeyim dijital okur-yazarlık olayına aslında tam adapte olamadım. Elime kitabı alarak çize çize, not ala ala her yerini doldurarak okumak (bana göre hakkını verme) beni kendimden geçiriyor. Üstüne üstlük geçmişten beri babamın "çok okuma oğlum kafayı üşüteceksin sonunda" sözüne inat...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorum yaptığınız için teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan kısa bir süre içinde yayınlanacaktır.