Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz. Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla yapboz denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi: puzzle) etkinliğidir. Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz. Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n
Hayatımın pin noktalarından biri olan ve ona yön veren, ayrıca birçok sosyal medya hesabımda motto olarak da kullandığım "Sana Gül Bahçesi Vadetmedim" (I never promised you a rose garden) başlığı, 18'li yaşlarımda okuduğum ve çok etkilendiğim bir kitaptan gelmektedir.
Böylece blog yazarlığına adım atarken, eğitim ve öğretimin meşakkatli ama bir o kadar keyifli anlarında sınıfın o kasvet ve hararetini düşürmek için bir neden göstermek, öğrencileri bir hedefe yöneltebilmek, başarısız hissetmelerinin önüne geçmek, duygularında etki yaratmak için kullandığım bu sihirli sözün büyüsü ve taşıdığı derin anlamı sizinle de paylaşmak istedim.
Bu motto ile vermek istediğim mesaj: Ne anlatırsak anlatalım ne yazarsak yazalım sizlere asla bir gül bahçesi vadetmeyeceğimizdir! Aksi halde sizleri kandırmış ve haksızlık yapmış olurum. Yazılarımızı okuduğunuzda aydınlanacağınızı, hap bilgiler alacağınızı ve fenafillaha ulaşacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Yazılarımızı okuduktan sonra bambaşka bir insan olacağınızı asla iddia ediyor da değiliz.
Öyleyse Ne Vaat Ediyoruz?
Yazılarımız içinde gülüp eğleneceğiniz, kahkaha atabileceğiniz ne yazık ki malzemeler olmayacak. Belki biraz tebessüm, biraz duygusallık, biraz da hüzün olabilir...Ama en güzelini sizlere söyleyeyim mi? Asıl bulacağınızı düşündüğüm şey: yazıların genelinde "özgünlük" bulacağınızdır. Peki nasıl bir özgünlükten bahsediyoruz?
Tamamen yaşanmışlıkların satır aralarında yer aldığı hamuru, mayası ya da çimentosunu aldığımız her lezzetten tat, her duygudan aşk, her hüzünden ilham bezenecektir.
Ayrıca yazının henüz bir iki cümlesini okuduğunuzda "bu site kafama göre değil, hiç bana hitap etmiyor!" diye hızlı çıkış yapanlardan da olabilirsiniz. Canınız sağ olsun, zaten hedeflediğimiz gruptaki kişiler aslında siz değilsiniz...ya da şimdilik siz değilsiniz.
Lütfen yanlış anlamayın bu sözlerle bir ukalalık yapma niyetimiz yoktur. Hedefimiz yazılarımızı sonuna kadar okuma zahmetine girebilen, sabrının sınırlarını zorlayan ve yazı bütünlüğü içinde yer alan metaforlardan sokratik anlamlar çıkararak "bak işte ya! ben de aynen böyle düşünüyordum" diyebilenlere; kısacası aynı rezonansta ulaşabilmektir.
Anlatacağımız hiçbir şey her yerde kolaylıkla bulunabilecek konulardan olmayacak. Bunlar ya farklı konuların yıllara sari üstünde tefekkür ettiğimiz fakat ifadesini yapacak zaman bulamadıklarımız ya da az biraz ifade edebilsek de tam olarak derdimizi anlatamadığımız bilgi kırıntıları olacaktır. Nazaride geceyi gündüz, iyiyi kötü, az olanı çok ile belirlendiği "her şey zıddı ile bilinir" prensibi, Bataklıkta gül kokusunu duymayı, gülün güzelliği yanında dikenlerin varlığına da dikkat çekmektir.
Blog yazarlığına adım attığımız şu günlerin bu başlangıç satırlarında, nedense bizi gerçekten etkileyen bu başucu kitabının hem ne anlama geldiğini hem de neden bizi bu kadar etkileyerek heyecanlandırdığını yeri geldi açıklamak istiyorum.
Kitap Ne Anlatıyor?
Gelecekte psikiyatrist olmak isteyen kızıma: "madem ki bu mesleği yapmak istiyorsun, o zaman şu otobiyografik eseri al bir oku, ne anlayacaksın ve içinde ne bulacaksın?" diye sormuştum. Bu roman, Joanne Greenberg tarafından yazılan, Hannah Green'in kalemiyle yazılmış yarı-otobiyografik bir romandır. 1977'de bir filmin ve 2004'te de bir oyunun temelini oluşturmuştur.
Burada Dr. Fried karakteri , Greenberg'in gerçek doktoru olan Frieda Fromm-Reichmann (Maryland Rockville'deki Chestnut Lodge'daki hastanesinde görevli) ile yaşanılanlara dayanmaktadır. Greenberg, Chestnut Lodge'da iken doktorlarına Yri adlı bir fantezi dünyasını tarif eder ve Yri dilinde şiir yazar. Bununla birlikte, Greenberg'in doktorlarından bazıları bunun gerçek bir yanılsama olmadığını, psikiyatrını etkilemek için Greenberg’in yaptığı bir şey olduğunu düşünürler. Bir doktor Yri'nin gerçek bir dil olmadığını, ancak bunun bir bastarize Ermeni biçimi olduğunu söyleyecek kadar ileri gider. Fromm-Reichmann ise, Greenberg'in doğuştan gelen sağlık belirtileri olarak gördüğü Greenberg'in dehasına ve yaratıcılığına odaklanan ve akıl hastalığından kurtulma şansının olduğunu gösteren yoğun raporlar yazar.
Romanda da olduğu gibi, Greenberg'e şizofreni tanısı verilir. O zamana kadar, farklılaşmamış şizofreni, genellikle kaygıdan depresyona kadar herhangi bir sayıda akıl hastalığını kapsayabilecek, esasen tıbbi olmayan nedenlerden dolayı bir hastaya veya tıbbi kayıt bölümüne verilen belirsiz bir tanıdır.
Ayrıca, New York Times’ta yayınlanan 1981 tarihli bir makalede, kitaptaki Blau’nun tanımını inceleyen iki psikiyatrist bunun şizofreni olmadığını, aşırı depresyon ve somatizasyon bozukluğu yaşadığını iddia etmişlerdir.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorum yaptığınız için teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan kısa bir süre içinde yayınlanacaktır.