Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz. Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla yapboz denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi: puzzle) etkinliğidir. Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz. Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n
Sizce Ne Meslek Yapıyor Olabilirim? (What Do U Think About My Pro?)
Aslında
sizlere mesleğimin elektronik olduğunu söyleyerek diğer satırları okuma
zahmetine bile sokmadan sonlandırmayı çok isterdim. Fakat yaptığım mesleği
böyle tek kelimeyle sıkıştırabilme şansım nedense hiç olmadı, galiba olamayacak
da...
Öyleyse
senin mesleğin nedir, nasıl bir şeydir?
Sesinizi duyar gibiyim. Merak
etmeyin yazımı sonuna kadar okuma sabrı gösterebilirseniz şayet mesleğimle
ilgili ipuçlarını elde eder ve benim hangi mesleğe sahip olduğumu belki sizler
anlayabilirsiniz. Çünkü ben hala tam olarak anlayabilmiş değilim.
Gerçekte tam
olarak ne iş yaptığımı inanın ben de bilmiyorum. Bildiğim tek şey, ben liseye
giderken gittiğim okulun birinci sınıfında laboratuarlar dahil haftada on saat
elektrik dersi öğretildiğidir. Ama ne öğretme, çarpılarak lambaları yakarak :)
seri devreler, paralel devreler, ışık hangi devrede daha çok ya da daha az
şiddetle yanar? Sorularıyla…
Ne o
güldüğünüzü görüyor gibiyim. Sanki sizleri de lisedeki fizik dersine sokmuş
gibi oldum değil mi? Hemen hemen hepimiz okuduğumuz okullarda fizik dersinde
lambalı devre yapmışızdır, anahtarlarla mantık kapılarını öğrenmişizdir.
Hangisini kapatırsak lamba yanar? (farenin peynire ulaşma oyunu gibi), "1" ya da "0" olayı, var-yok ilişkisi.
İşte benim
hayatım da bu “var ve yok” larla geçti hep. İşlediğimiz derslerde var-yok’
lar (yani mantık kapıları), aklımı çok kurcalamış olacak ki ben, biraz da
elektrik işinin yüksek voltajlar ihtiva etmesi, trafolar, elektrik panelleri
kısacası enerji nakillerinden hiç mi hiç zevk alamadım. Zaten Edison’u da pek
sevememiştim o meşhur lambayı bulduğu ve beni derslerde uğraştırdığı için :) Bu
arada belirteyim fanatik Tesla’cıyımdır. Edison’un bulduğu icatların birçoğunu
ondan aşırdığını düşünenlerdenim.
Sonrasında
en azından mantık kapıları (logic gate) ilgimi bir hayli çekmiş, beni
heyecanlandırmıştı. Peki, ne yapmam gerekir bu büyülü mantık dünyasına adım
atabilmek için? Zaten izlediğim Matrix filmlerinden o kadar çok etkilenmiştim ki filmdeki o
büyülü elektronik, mekanik, robotik, bilişim dünyası kokan insan aklının
zorlandığı o imgeleri bir düşünün, kafanın arkasına fişi taksınlar, MATRİX’in
sihirli dünyasına soksunlar ve 3-5 saniyede tüm bilgileri yüklesinler, tamam
şimdi artık her şeyi biliyorsun! Kısacası kırmızı hapı yuttun.
Önceki
hayatımda mavi hapı yutan biri olarak :) yaşadığım dünyadan habersiz bolca geziniyordum.
Fakat kırmızı hapa da çok meraklanmıyor değildim. Filmdeki Morpheus’un Neo’ya
hapları sunduğu o meşhur kısmın repliklerini neredeyse ezberlemiştim ;)
“Sen de herkes gibi bir köle olarak doğdun. Dokunamadığın, tadamadığın ya
da koklayamadığın bir hapishanedesin. Beyninin içi bir hapishane. Ne yazık ki,
Matrix’in ne olduğu kimseye anlatılamaz. Bunu kendin görmek zorundasın. Bu
senin son şansın. Bundan sonra, bir geri dönüş olmayacak. Mavi hapı alırsan, bu
hikaye sona erer, yatağında uyanırsın ve istediğin her neyse ona inanırsın.
Kırmızı hapı alırsan Harikalar Diyarı’nda kalırsın. Ben de sana tavşan
deliğinin gittiği yerleri gösteririm. Unutma… Sana vaat ettiğim tek şey gerçek,
fazlası değil…”
Bu sözler, harikalar diyarına girmem için beni elektrik dünyasından "1 ve
0" ların bolca bulunduğu o müthiş elektronik dünyasına sokuvermişti. Artık
pasif devre elemanlarını yani direnci, bobini, kondansatörü bir çırpıda
öğrenip bir an önce diyot, transistör, entegre gibi aktif devre
elemanlarına geçmek istiyordum. Çok şükür geçtim hem de ne geçiş. Adamlar Bell laboratuarlarındaki
deneylerde diyotlardan transistörlere oradan entegreye geçişi neredeyse elli
yılda tamamlarken ben iki yılda kendimi elektronikçi olarak buluvermiştim. (Bkz. 23 Aralık 2018 blog yazım. "tesadüfsüz başarılar")
Mesleğimin devamı bir sonraki blog yazımda olacak (to be continiued...) İKİNCİ YAZI İÇİN TIKLA