Öne Çıkan Yayın

Kaplumbağa Terbiyecisi Üzerine

Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz.  Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla  yapboz  denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi:  puzzle) etkinliğidir.   Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin  tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz.  Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n

TENDE KUDRET OLDUKÇA ÇALIŞMAK

SanaGulBahcesiVadetmedim
Sevgili Blog Takipçileri,

Küçüklüğünüzde karınca ile ağustos böceğinin ya da tavşan ile kaplumbağanın hikayesini kaç kere dinlediğinizi hatırlayan var mı? Kendi adıma cevap vereyim, "Evet hem de yüzlerce kez!"

Peki anlatmaktan ve dinlemekten hala usanmadığımız bu hikayelerin hangi karakteri kendimize örnek aldık? ya da hangimiz bu karaktere bürünme ihtiyacı hissettik? lütfen bir düşünelim.

Kendimizi karınca gibi ihtiyatlı, yarını düşünerek yaşayan olarak mı yoksa ağustos böceği gibi hayatı şen-şakrak yaşayıp geçirmek mi daha cazip geliyor? 

Ya da kaplumbağa gibi ağır ama emin adımlarla planlı yaşamak ile tavşan gibi dalga geçerek yaşamak arasında hangisini tercih ederdik?

Bu soruların hangisi size daha uygun? 

Sizlerle daha önceki blog yazılarımda, üçlü bir seride yaptığım mesleklerin ne olduğundan bahsetmiştim.
                   

Tesadüfsüz Başarılara” Yelken Açmak

Sizce Ne Meslek Yapıyor Olabilirim? (What Do U Think About My Pro?) 

Sizce Ne Meslek Yapıyor Olabilirim? (My transition in my Pro!)


Bunları okuyunca en azından yukarıda sorduğum sorularla aslında ne anlatmak istediğimi ve nasıl bir hayatın içinden geçtiğimi bir nebze olsun hissettirmeye çalışmıştım.

"Kariyer yapmak" söz konusu oluğunda, televizyondan, sosyal medyadan, iş başvurularına hazırlanırken bir sürü şey duymaktayız. Konunun muhatapları kendince bu konuda bilir kişi edalarında afili cümleler kurmakta, TED Talks tarzı yerlerde kariyer basamaklarını nasıl tırmandıklarını güzel güzel anlatmaktadır.

Fakat ben kariyer yapmak söz konusu olduğunda kurulan tüm cümlelerin israf-ı kelam, abesle iştigal (boş konuşma ve zamanı boşa harcama) olduğunu düşünenlerdenim.

Sakın yanlış anlamayın egomun kabarık olmasından ya da mükemmel biri olduğum için değil :))) ya da bu işin piri olduğum anlamında da değildir düşüncelerim. Bu düşünceye beni iten neden etrafımdaki herkesin zaten kendi çapında başarılı olduğunu bilmemden kaynaklanmaktadır.

Nedense insan kaynakları yönetimleri şu soruyu genellikle es geçerler. Kariyer sizin için ne demektir ya da kariyer sahibi olmak sadece kademe anlamında yükselmek midir? 

Örneğin bir şirketin CEO'su olmakla bir ÇOBAN olmak arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Sizce hangisi daha üst bir meslektir? 

İnsan kaynakları uzmanı ben olsam, işe alım mülakatlarında birbirinden ilginç bir o kadar anlamlı bu ve buna benzer sorular sorardım. Gerçekten ne gibi cevaplar verilir merak ederdim. Şimdi bu merakımı tetikleyen nedenin gerçekte ne olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum. 

2012 yılında yüksek lisans eğitimi için gittiğim üniversitede, dersi verecek hocanın isteği ile iki sınıf (insan kaynakları ve sosyal politika) birleşmiş heyecanla kendisini beklemeye koyulmuştuk. Eğitimdeki ilk günün stresi ile bayağı gergindim. Çünkü yaptığım meslek öğretmen iken halihazırda öğrenci de oluvermiştim. 

Hoca sınıfa girer girmez tüm dikkatler ona yönelmiş açıkçası şaşırmıştık. Çünkü gerek tipi gerekse kıyafeti ile bizlere bir hayli değişik gelmişti. 

Karl Marx ya da Charles Darwin tarzında saç ve sakala sahip, değişik çizgileri bulunan kumaş pantolonu ve hele ki hiç alışık olmadığım deri yeleği ile tam bir filozof görünümü vardı. Sınıfta var olan uğultu bir anda hocanın girişi ile derin bir sessizliğe gömüldü. Oluşan bu sessizliği bu filozof görünümlü hocanın aldığı derin nefesler ve ardı ardına bitmeyecek sandığımız sorular bozmakta idi. Hatırladığım sorulardan ilki,

Neden yüksek lisans eğitimine geldiniz? 

sorusuydu. Cevap için söz verdiği herkes kendince mantıklı yanıtlar verdiğini sanıyor, gevrek gevrek konuşuyordu. Ne de olsa sınıfın yarısı insan kaynaklarında çalışmakta ve işinin uzmanı olduğunu sanan kişilerdi. 

Bunlardan bazıları "kariyer yapmak için" diyor, bazıları "kendimi geliştirmek için" diyor, bazıları ise neden geldiğini bile bilmiyor ve o yüzden pek konuşmuyordu. Hani arka sıralara saklanan tembel öğrenciler gibi. Hoca hemen ikinci soruyu sordu: 

Sizin için üniversite ne anlam ifade ediyor?

Yine birbirinden ağdalı, afili cevaplar; Yok "bilim yuvası", "bilimin üretildiği yer", yok efendim "fikirlerin özgürce tartışıldığı yer", daha başka "özgürlüklerin yeri" falan filan...

Gözleri ve parmak işareti ile dikkatimizi birden sınıftaki bir kız, bir de erkek arkadaşa çekerek, onlara şu soruyu sordu: 

Siz ikiniz niye geldiniz? 

Her ikisi de şaşkınlıktan ne diyeceklerini bilemeden ağızlarından "kariyer" gibi bir şeyler gevelediler. Hoca espri ile karışık "eğer sen koca sen de kaliteli karı bulurum diye geldiniz ise ben sizi tanıştırayım,  çekin gidin sınıftan, evlenin beni de uğraştırmayın" dedi. 😞 Tam bir şoktaydık.

Bir taraftan bize de laf çakacak diye ödümüz kopuyor bir taraftan da "ya arkadaş nereden düştük bu hocaya" der gibiydik.

Bir sonraki cümleleri ise bizi daha da şaşırtmıştı. "üniversiteler, aptallaştırılmış bilgilerin sizin gibi aptal öğrencilere benim gibi aptallar tarafından verildiği yerdir". Şok üstüne şok, dumur üstüne dumur yaşamıştık. 

Biz daha şokları atlatamamışken, kendisi hızlıca konuya girdi; "varlık nedir?, bilim nedir? bilimsel bilgi nedir?" varlık var mıdır? yok mudur?, Tanrının varlığı ile masanın varlığı arasında nasıl bir ilişki vardır?" ontoloji, epistemoloji derken bizi ilkel toplumların yaşadığı zamana, sonra sırasıyla ilk çağ, orta çağ, yeni çağ ve yakın çağa kadar hızlı bir akışla bilimin ne olduğu, kim tarafından ve nasıl üretildiği konularında mükemmel bir ders verdi. Hayranlıkla kendisini izliyorduk ki yine şok edici bir cümle daha patlatarak dersi bitirdi:

"eğer öğrendiğiniz bilgilerin bir ÇOBANIN bildiği bilgiden daha iyi olacağını sanıyorsanız bilin ki sizler dünyanın en geri zekalı insanlarısınız!" 

Gerçekten de bahsettiği gibi miyiz? Neden bunları bize söylüyor ya da söyleme gereği duydu? hakaret mi ediyor yoksa şoklayarak bize bir şeyler mi ifade etmek istiyordu? Sorular, sorular, sorular... zihnimi kurcalıyorlar. 

Günler boyu kendime gelemedim ve yaşadıklarımı etrafımdakilerle paylaşarak, cevaplar bulmaya çalıştım. Soruları defalarca kendime sordum. Ve en sonunda cevabını bularak, işin gerçek sırrını çözdüm. Anlatmak istediği şey neydi?

Cevap sonraki blog yazısında olacak...(To be continued...)

Herkese iyi blog okumalar, https://aglotlaro.blogspot.com ' a ABONE olmayı ve yayınlarımızı paylaşmayı unutmayın👍

Yorumlar