Öne Çıkan Yayın

Kaplumbağa Terbiyecisi Üzerine

Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz.  Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla  yapboz  denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi:  puzzle) etkinliğidir.   Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin  tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz.  Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n

HİKAYE | TAŞ DEYİP GEÇME - 3

Taş Hikaye Serisi
Sevgili bloggerlar, 

Hikayenin öncesi için lütfen HİKAYE | TAŞ DEYİP GEÇME -2 linkine tıklayınız...

Şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz...

HİKAYE | TAŞ DEYİP GEÇME - 3 (Final)

Her şeye körü körüne inanan, dogmatik bir insan değilim. Aslına bakarsanız deyim yerindeyse kendimi biraz yarı-pozitivist olarak tanımlarım. 

Olguculuk olarak tanımlanan pozitivist düşünce, tanımı gereği insanın bakış açısının tamamen bilimsel bilginin sağlamlığına dayanması gerekmektedir. Oysa ki ben bu tanımı biraz kendimce evirerek sosyal yaşantımda uygulayabildiğime inanıyorum. 

Nasıl mı? Karşılaştığım olay ya da olguları, beş duyu organı dışında yok saymak yani meseleleri ispatlanabilir olup olmamasına göre değerlendirmek yerine, teolojik ve metafizik faktörlerini geri plana atmayarak, parçası olduğum toplumun hem genel kabulleri ve hem de inancım ile bir güzel harmanlıyorum. 

Yani nazariyede pozitivist, pratikte non-positivist bir davranış özelliği göstererek yaşam biçimimi şekillendiriyorum. Biraz karışık geldi ise özetle kendi işime geldiği yaşıyorum diyelim :) İşte bu yüzden kendimi yarı-positivist olarak tanımlarım. 

Gerek taş hikayesinde anlatmaya çalıştığım gerekse Sen Yeter ki İste! şiirin ya da Fena-i Ali Efendi kimdir? başlıklı yazımın içeriğindeki gördüğüm rüyada bahsettiğim sıra dışı olaylar (burada da beyaz mermer taş görmüştüm) ve olgular tabiri caizse beş duyu organıyla kanıtlanamayacak kadar zor meseleler! 

Bunu anlamlandırabilmek gerçekten de güç bir iştir.  

ZAMANIN ÇILDIRTICILIĞI

Birde üstüne üstlük zaman denilen göreli gerçekliğin, olgusal olarak sadece bizim gibi kısıtları olan insanlara ait olduğu konusunda kanaatimce çıldırtıcı bir anlamsızlık bulunmaktadır. 

Bahsetmeye çalıştığım şey zaman kavramının gerçekte ne olduğu ile ilgili... Örneğin Interstellar filmini ele alalım; 
Bu filmde gıda yetiştirme konusunda zorluklar yaşayan insanoğlunun soyu kısa bir sürede tükenecektir. Bu sebeple gelecek neslin devamı adına başka gezegenlerde koloni kurmak amaçlanmaktadır. Bu sebeple uzayda daha önceden hedeflenmiş bir gezegene gitme ve dönme görevi bulunmaktadır. İşte tam bu noktada yapılan bu gidiş-dönüş seyahatinde zaman kavramı müthiş işlenmekte ve seyirci bu konuda aydınlatılmaktadır. 

Zamanın çıldırtıcılığı bu olsa gerek! Fakat asıl sorulması gereken şudur: 

Gezegenimizde kullandığımız zaman kavramı ile farklı gezegendeki zaman kavramı nasıl anlaşılmalıdır?

Diğer örnek film ise Tom Cruise'un oynadığı Edge of Tomorrow (Yarının Sınırında)'dur. Burada ise hafızasından silinen geçmişe ya da belki geleceğe ait çok önemli bilgilere -ki bu bilgiler dünyayı kurtaracak son derece stratejik öneme sahiptir-  ait bazı anları, kahramanımız rüyasında görmektedir. Şizofrenik bir durum olarak algılanan bu gelişmelerin aslında tekrarlanan bir git-gellerden farklı olmadığını zaman içinde anlamaktayız. Kahramanımız sürekli geleceğe gidip, bir şekilde ölerek şu andaki haline dönmektedir. Fakat tek fark yaşadığı her şeyin artık bilincinde olmasıdır. Bu bilinç ona gelecekte yapması gereken tüm görevin detaylarını öğretmektedir.  İşte zamanın bir çıldırtıcılığı daha... 
Size buna benzer onlarca film sıralayabilirim. Fakat burada anlatmak istediğim asıl şey, karşılaştığımız sıra dışı olayların (taş hikayesinin başındaki gibi) içinde bulunduğumuz fiziksel dünya kuralları ile nasıl açıklanabileceğidir. Çünkü bu tip olguları deneye tabi tutabileceğimiz elimizde veri bulunmamaktadır. Konu ya kabullerinizle ilgilidir ya da reddetmeniz gereken bir durumdur. Açıkçası ben açıklanamayan bu tip durumları biraz hurafe gibi gözükse de kabul olarak değerlendirenlerdenim. Kaybedeceğim bir şey yok neden olsa!

İşte bugüne kadar yaşadığım olağan-dışı olaylar şu sıralar beni bunları tekrar sorgulamam gereketiğini hissettirdi ve bunu sizlerle paylaşmak istedim. Acaba Hikayenin başından sonuna kadar aktarmaya çalıştığım şey sizce bir hurafe mi? yoksa bunun gerçekle bir bağlantısı var mıdır? 

Bana göre EVET GERÇEKLİKLE BİR BAĞLANTISI VARDIR!

Biliyor ve inanıyoruz ki zamanın çok öncesinde yani Elest vaktinde (ya da bezmi  elest de denir) Tanrı'ya verdiğimiz çok önemli bir söz var! Elest vaktinden, ilk insanın yaratılması ve oradan günümüze kadar geçen süre ve sonrasında İsrafil'in sura ilk üflemesi ile kopacak kıyamet ve ikinci sur sesi ile yeniden dirileceğimiz an... Tam bu noktada, geçen sürenin ne kadar olduğu sorusuna kuşkusuz hepimiz "göz açıp kapatıncaya kadar" diyeceğimiz an gelir gözüme... Alın size zamanın bir çıldırtıcılığı daha...

Yuvarlanarak önüme düşen beyaz mermer taşı, avuçlarımın içine her aldığımda; onunla geçirdiğim muhteşem ve özel anlarımı işte yukarıda sıraladığım olgular eşliğinde hatırlarım. Bu sayede yaşadığım bunca olayı ya felsefenin ontoloji ya da epistemoloji konularının hangisinde yer aldığını bilemeyerek (zaman, varlık, bilgi ya da bilme" konuları) ya da teolojik konuların odağında mı yer aldığını düşünerek geçiririm. (Cogito Ergo Sum) Arzuladığım ve yapmak zorunda olduğum tüm işlerde, bu düşüncelerin beni var edene karşı bir şükran ifadesi olduğunu  göstermeye gayret ederim.  

Aksi halde okumayan, düşünmeyen ve bunları akletmeyenlerden olma ihtimalim olacaktır.  

Bir de üstüne üstlük maddi hayatı tamamladığımız yani ömür saatimizi doldurduğumuzda, üstümüze atılacak tek şeyin değersiz taş ve toprak parçaları olacağını; başucumuzda ise yine önüme koparak gelen bu mermer parçasının büyük halinin mezar taşı olarak konulacağını da unutmamız gerek. Ne demişler "topraktan geldik dönüşümüz yine toprağadır".
İşte sevgili dostlar, hikayenin adının neden "taş deyip geçme" koyduğumuzu ve taş kelimesi etrafında neden bir takım metaforlarda bulunduğumuzu umarım artık anlatabilmişizdir. Bizimki de taşı gediğine koyma derdi işte. 

Ne yapalım huyumuz kurusun :)))

Blog yazılarımız için: 
Şiirler ve Güzel Sözler için: 
Videolar için: 

 ABONE OLMAYI ve yayınlarımızı paylaşmayı unutmayınız��

Yorumlar

  1. çok güzel olmuş tebrik ederim

    YanıtlaSil
  2. Ben teşekkür ederim. Her zaman okumaya bekleriz.

    YanıtlaSil
  3. Yuregıne kalbine sevgine samimi yakarışına saglık. Allah bu samımı duygularını ve yakarıslarını eminim boşa çıkarmaz. Yıllardır çektiğin sancılı bir zamanlarda, zahmetli ortamlarda yaptığın yakarısların. İnsallah gerçek hayatta sana ve sevdıklerıne hasene olarak doner.
    Tek kelimeyle enfes olmuş selamlar

    YanıtlaSil
  4. Duruyor mu şimdi bu taş hâlâ? Her şeyde bir hikmet vardır. Hikmetinden suâl olunmaz deyip yolumuza devam etmeliyiz.

    YanıtlaSil
  5. Unknown’ın içten duasına Amin diyor ve herkesi kapsamasını diliyorum. ReHiTu beye gelince evet bu taş kızımın masasında duruyor. Gizemli hikayenin tüm detaylarını bildiği için emaneti ona devrettim ve ona sıkı sıkı bakıyor. Kızıma miras olarak Tek taş yüzük bırakmadım ama müthiş anısı ve maneviyatı olan bir taş bıraktım 🥰 hikayede belirttiğim gibi bana şahitlik yapacak tek maddi şey de bu taş...Almanyalı gelin hanıma da yorumu için teşekkür eserim çok özgün yazıları var ve takip esiyorum.

    YanıtlaSil
  6. Valla ben bu kadar incesine kadar düşünüp hiç kafa yormamıştım .ama arada düşünmek gerekli tabi topraktan geldik toprağa gideceğiz ama sonuçta bir yaratılış mevcut ona göre de yaşamak gerekli neyse hakkımız da hayırlısı olsun ne diyelim :)

    YanıtlaSil
  7. Hayatımız bu şekilde ilginç düşünmelerle geçti. Şimdi de bunların hasatı zamanı geldi sanırım. Biraz Sokratik düşünüp kendimize bol bol sırlar sormamız gerektiğini düşünüyorum HürPost😇.

    YanıtlaSil
  8. Güzel bir yazı olmuş, emeğinize sağlık. Yine de taş sandığımıza dikkat etmekte yarar var, maalesef radyasyon kazalarında ilginç taş olarak alınan radyoaktif parçaların sayısı azımsanmayacak ölçüde. Umarım taş size uğur ve şans enerjisi verir.

    YanıtlaSil
  9. Samimi dileklerin için çok teşekkürler Beyaz Yakalı. Artık taşın hakkını verme işini kızımıza devrettik. Artık kolye mi yaptırır, küpe mi yaptırır? bilemem. Ama bende çok uzun bir süre hatırası olduğunun bilincinde kendisi. Bundan sonra da inşallah bu şekilde yaşanmışlıklar üzerinden kısa hikayevari yazılar yazabiliriz. Evrendeki tüm taşların blog yazarlarına ilham getirmesi dileğimle...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan kısa bir süre içinde yayınlanacaktır.