Öne Çıkan Yayın

Kaplumbağa Terbiyecisi Üzerine

Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz.  Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla  yapboz  denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi:  puzzle) etkinliğidir.   Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin  tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz.  Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n

GÖRÜNTÜ HER ZAMAN ALDATIR | 2. GELİŞEN OLAYLAR

Bakınca ne görüyorsun?
Bu blog yazısı, Bir önceki yazımız olan GÖRÜNTÜ HER ZAMAN ALDATIR | 1. GİRİŞ YAZISI'ın devamıdır.

Ne yaşadık ve sonunda ne oldu? 

(Buradaki olaylar biraz da kurgulanarak anlatılmaktadır)

Senelik iznimizin bir kısmını Kurban Bayramı tatilini de fırsat bilerek eşimin memleketinde geçirmiştik. Bu sayede hem kurbanlarımızı keserek üzerimize vacip olan bir görevi yerine getirecek hem de sıla-i rahimde bulunarak neredeyse bir yıla yakındır aile ve akrabalarını görmeyen eşimin hasretini dindirecektik. 

Bayram ve yıllık iznimizin bir kısmını, deyim yerindeyse yata yata (nedeni ise köye ait hiçbir işle meşgul olmadığımızdan) dinlendirici ve neşeli bir şekilde geçirmekteydik. 


Bu arada kızım yoğun geçen eğitim programının tüm stres ve yorgunluğunu kuzenleri ile oynayarak, kuzuları severek, köpek ve kedilerle geçirmekte, bendeniz üniversitedeki derslerimin tüm yorgunluğunu atmaya çalışmakta, eşim ise hem çalışma hayatının hem de anne olmanın gerektirdiği tüm vazifelerden geçici de olsa el-etek çekmenin rahatlığını yaşamaktaydı. 

Birlikte kah kitap okuyarak kah dinlenerek, en çok da bağ, bahçe, bostandan sebze-meyve toplayarak stres atmaya çabalıyorduk. Bu sayede şehrin kirli hava ve trafiğinden kısa süreliğine de olsa kurtulmayı başarabilmiş, az da olsa kendimize gelebilmiştik.  

Günler takvim yapraklarından hızla koparılıyor, her güzelliğin bir sonu olduğunu unutarak günlerimizi mutlu mutlu geçiriyorduk. 


Artık tatilimizin sonuna gelmiş, eşimin mesaisine başlamasına neredeyse bir hafta kadar kalmıştı. 


Son zamanlarda nohut, kuru fasulye toplama ve kurutma, menemen ve domates sosu yapma, turşu kurma gibi her sene tekrarladığımız yöresel etkinliklerden de geri kalmamış, bu işler bizde tatlı birer yorgunluk bırakmıştı. 


Köy yaşantısının yanında (sıradan bir köy yaşantısında hayvancılık yapılırsa ahırlar görülür: hayvanların yemleri verilir, suları doldurulur, pislikleri temizlenir, sütleri sağılır, tavukların yumurtaları toplanır vs. bunun yanında kadınların standart ev temizlikleri, ekmek yapımı, yemek hazırlanması, sofra kurulması ve kaldırılması; erkekler için tarla, bağ ve bahçe işleri (fıskiye boruları değişimi vb.) gibi hiç bitmeyecek bir rutinden bahsedilmektedir) bizimkisi spor niyetine bir etkinlikti...


Artık dost ve akrabalarımızla yavaş yavaş vedalaşmanın sırası gelmiş ve belki de geçmişti bile. 


Mesai öncesi eve biraz daha "erken gitmenin" yararlı olacağı düşüncesiyle hesaplar yapsak da, kayınbaba ve validemizin "küseriz" ısrarı elimizi kolumuzu bağlıyordu. 


Haliyle kendimizi bir türlü yola vuramıyorduk.  Ayrıca eşimin ailesinin ikna yöntemleri çok acımasızdı: önümüze sürekli reddemeyeceğimiz hamur işi ve tatlılar ile sac'da et kavurmalar konuluyor ve bu sayede kandırılıyorduk :)))

Https://aglotlaro.blogspot.com 

Fakat bu gecikmelerin mutlaka bir hesabının olacağını ve gelecekte ardı ardına birbirinden farklı hadiselerle karşılaşacağımızı kim bilebilirdi ki?

Kader ağlarını örmekte derler ya aynı deyimdeki misali farklı bir mecraya doğru yol alıyorduk.

Aslında yaşayacağımız tüm olayların sonuçta şer gibi görünse de hayır olacağı bilinci belki bizde mevcuttu. Fakat ne hikmetse, hayatımıza hiç bu şekilde bir tatbik (uygulama) etme şansımız olmamıştı.

Nazari bilgimiz iyi olsa da gerçekte pratiğimiz zayıftı. Ve yine yaşanılacak hadiselerden yeni yeni dersler çıkartacağımızı, daha doğrusu öğreticinin kainat kitabını daha doğru okuma eğitimine tabi tutacağından ise tamamen gafildik (habersizdik).

Zincirleme Olaylar Başlıyor | Final Destination filmi gibi

Her şey eşimle eve dönme (yola çıkma vaktini, tayin) günümüzü belirleme anında başladı.

Genellikle kalbine geldiği gibi yaşayan biriyim (Carpe Diem). Herkesin de buna göre hareket etmesini arzularım. Fakat bu konuda aşırı ısrarcı da değilimdir. Lafı ortaya koyar, gelen tepkileri ölçer ve buna göre hareket ederim. Tüm tartışma ve konuşmaların kaderin bir parçası olduğunu düşünür ve olabilecek tüm olayları dikkatle gözlemlemeye ve oradan ince dersler çıkarmaya çabalarım. Yani bir nevi "bekle ve gör"  (you just wait and see) felsefesi...


Her ne kadar bilimin peşinde koşan bir adam olmaya çabalasam da bu şekilde yaşamak bana daha haz veriyor diyebilirim. Fakat isteklerime direnç 
gösterilmesine de karşı koy(a)mam. Tıpkı eşimin ve ailesinin bir gün daha, bir gün daha ısrarlarına karşı koy(a)madığım gibi...


Salı günü yola çıkma teklifim de kabul görmemiş, ama çarşambada karar kılmıştık. Son gün olmasının da etkisiyle eşimin teyzesi ve kız kardeşi ile vedalaşmaya bulunduğumuz yerden şehre kendi arabamızla gitmeye karar vermiştik. 


Niyetimiz vedalaşmayı gerçekleştirdikten sonra akşam üstü son defa taze taze bostan toplamak (sebze ve meyve toplama) ve sabahına vira bismillah (denizcilikte bir işe başlarken söylenen ilk söz) diyerek yola koyulmaktı. 


Fakat bu isteğimiz maalesef gerçekleşmeyecekti... 


GÖZLÜK| zincirin ilk baklası


Bir kaç gün öncesinde yaptığım bir yanlışlık sonucu 3 numara ve astigmat olan gözlüklerimi yamultmuş kullanılamaz duruma getirmiştim. Evdekilerin çakmakla düzeltelim tekliflerini ise elimin tersi ile itmiş, merkezdeki optikçiler dışında gözlüğüme kesinlikle dokundurmayacağımı söylemiştim. Söylemez olaydım...


Gittiğim optikçi'de derdimi anlattım, gözlük ısıtıcıları ile düzeltilmesi gerektiği konusunda konuşmalarımız oldu. Baktım işi yapacak olan gençten  biri, deneyimini ve bir ustasının olup olmadığını sorduğumda, ustasının az ilerideki başka bir optikçi'de arkadaşının yanında olduğunu, tamirin orada gerçekleştirilebileceğini söyledi. Sormaz olaydım...

Ustasına gittim, gözlüğüme ne yapılabileceğini sorduğumda, sorunu halledilebileceğini fakat kırılma riski olduğunu belirtti. Tüm riskleri kabul ettiğimi, gözlüğün fazla bir problem çıkarmayacağını açıkladım. Aslında bana göre iş gayet basitti. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Adam arkası dönük ısıtıcıya gözlüğümü yerleştirdi ve bir kaç hareketle nihayet gözlüğümün yamulan burunluğunu düzeltti. Ama ne düzeltme! Düzeltmez olaydı...

Düzeltmişti düzeltmesine fakat gözlüğü taktığımda hiçbir şey net görülmüyordu. Gözlüğü havaya kaldırdığımda ne göreyim? Her iki camı da yanmış. Sebebini sorduğumda buraya gelmeden öyle olduğu konusunda ısrar ettiler, ettiler diyorum çünkü üç kişiydiler. Kavgaya mahal vermemek adına suçu kabullenip oradan çıktım. Ne de olsa kibar adamım ve buralar Texastı.Sanırım bizim için Murphy Kanunları işliyordu.  

Eşimle durumu konuştuğumda üzüldü haliyle. Neyse vardır bunda bir hayır dedik. Ve daha iyi olduğunu öğrendiğimiz başka bir optikçiye gözlük tamiri için gittik. Elinde numaralı cam olmadığını Kayseri'den sipariş edileceğini ve tamirin en az 3-4 gün süreceğini de söylemeyi ihmal etmedi. Elimiz mecbur verdik. 

Gözlükçü arkadaş telefon numaramı yazarken, bir hanesini yanlış yazmasından ötürü 3-4 günde teslim etmesi gereken gözlüğü bir haftada teslim etti. Bu durum eve gidişimizin gecikmesine neden oldu.

Nihayet gözlüğüm yüzümdeydi ve her şeyi görüyordum. Arabayı kullanabilecektim.


Gerçekte görüyor muydum yoksa başıma gelen olaylara karşı kör müydüm? Bilemedim. Bu gözlük meselesi ile kayın validemin "biraz daha kalın" ısrarlarının birleşmesi acaba tesadüf mü yoksa kitabın sahibi bize bir şey mi anlatıyordu? 


Açıkçası hislerim depreşmeye başlamıştı bir kere, haydi hayırlısı...


ZİYARETE GİDECEKLER LİSTESİ| zincirin ikinci baklası


Ben, eşim ve kızım ile birlikte ondan bir yaş büyük olan kuzeni de dahil olmak üzere toplam dört kişi olmamız gerekirken, vedalaşma topluluğuna eşimin 4 yaşındaki yeğeni de katılmak istedi. 


Eşime kızların gezmek istediğini ve çocukla ilgilenmek istemeyeceklerini, bu yüzden de gelmemesini söyledim. Ayrıca O'nu bir iki gün öncesinde hatta daha öncelerinde de hep şehre gezmeye götürmüştük. Bu yüzden bu götürme fikrine sıcak bakmamıştım. Fakat eşimin "çocuğun bakım sorumluluğu bana ait" demesi üzerine sesimi çıkarmadım ve yola çıktık. Keşke beni dinleseydi...


ZİYARET SÜRESİ | zincirin üçüncü baklası

Ziyaretlerimizi bitirdikten sonra ikindi vakti gibi tekrardan köye dönmek üzere yola çıktık. Şu ana kadar her şey planlandığı gibi gitmekteydi. 


Arabaya bindik tam yola koyulduk ki 4 yaşındaki yeğenimizin "dondurma yeseydik" isteği üzerine, rotamı kimseyi sormadan değiştirdik. Normalde her üç yoldan da gidilebiliyordu ve ben üzerinde marketlerin olduğu güzergahı tercih etmiştim. Ayrıca eşimin yine yeğenine oyun hamuru alma sözünün olduğunun da bilinci ile... Murphy Kanunları devam ediyor.


İki işi bir arada görmek için marketlerin bulunduğu ilk caddeye doğru direksiyonumu kırdım. Kırmaz olaydım...


MARKET | zincirin dördüncü baklası

Eşim markete girdi ve hepimizin sevdiği dondurmaları aldı. Tabii oyun hamurunu da ihmal etmeden...Ayrıca markete kaliteli kırtasiye malzemeleri geldiğini de söylediğinde, kızım bazı ihtiyaçları olduğunu tekrardan markete gitmesi konusunda adeta yalvardı. Keşke geri girseydi...


Fakat girmedi ve biz tekrardan araba ile yola çıktık. Keşke çıkmasaydık...


KAZA ANI | zincirin beşinci halkası


Marketin az ilerisinde sonradan öğrendiğim kontrolsüz kavşağa gelmiş bulunduk. soldan gelen herhangi bir araba yoktu. Sağda ise sadece dükkan önüne park etmiş hareketsiz bir araç vardı. Haliyle gaz (hızımı) yükselttim ve yola girmiş bulundum. İşte ne olduysa o anda oldu. İki araç çarpıştık. Daha doğrusu "görüntüde" ben ona çarpmıştım. 


Çarpmıştım diyorum aslında bu benim kabulüm değildi. Bu hem eşimin hem de meydanda bulunan kalabalığın tümünün bana dayattığı bir kabuldü. Sorun görüntüye aldanmaları, zahire göre hüküm kurmalarıydı. 


Aslında kaza anından önce eşim, karşı tarafın önümüze çılgın gibi atladığını görmüştü fakat geldiğimiz yerin tali yol, karşı tarafın ise ana yoldan geldiğini zannetmekteydi.  Dolayısıyla aracın önüme atladığını hiç kimseye anlatamadım. Ta ki ertesi güne kadar, SABIR...


Araçtan hışımla çıktım. Başladım bağırmaya, fakat buna karşın diğer şoför çarpmanın tesirinden midir nedir hiç karşılık vermedi sadece sustu ve herkes beni sakinleştirerek cana geleceğine mala gelsin demeye başladı. Herhangi bir karşı cümle de kurulmayınca bende utandım ve sustum. Susmaz olaydım...

"Çarptığım aracın şoförü nedense bana karşılık vermiyor ve susuyordu! acaba bu susmada asalet mi mevcut yoksa?..."


Devamı bir sonraki yazımızda olacak (To be continued...)

Blog yazılarımız için: https://aglotlaro.blogspot.com 'a; 


Şiirler ve Güzel Sözler için: https://gonuldilekcesi.wordpress.com;https://gonuldilekcesi.blogspot.com'a, 


Videolar için https://www.youtube.com/channel/UCcW2d3jaaT5ot0SpKpj7Jhw/videos?view_as=subscriber ABONE OLMAYI ve yayınlarımızı paylaşmayı unutmayınız��

Yorumlar