Öne Çıkan Yayın

Kaplumbağa Terbiyecisi Üzerine

Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz.  Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla  yapboz  denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi:  puzzle) etkinliğidir.   Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin  tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz.  Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n

DEPREM ETKİSİ

Depremin İnsanda Çağrıştırdığı

Sevgili blog okurları,

Malumunuz dün İstanbul Silivri merkezli 5.8 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Ve bu deprem büyük bir paniğe yol açtı. 

Aslında öncü sarsıntılar öncesinde çoktan başlamış fakat bizler dünyanın kendi etrafımızda döndüğünü sanan, egosantirik (benmerkezci) yaşantılarımız yüzünden durumdan bihaberdik. 

Fakat ne zaman ki deprem 15 milyonluk mega kent İstanbul'da yaşayanlara kendini hissettirdi işte tam da bu andan sonra malumunuz hepimiz hassaslaştık. Ne de olsa İstanbul ile herkesin bir şekilde bağı var. Yüreğimiz ağzımızda kaldı.

Depremin güpegündüz bir vakitte olması, özelikle herkesin işte veya okulda ya da hayat meşguliyetinin içinde olması, sarsıntının hissedilmesine ve paniğin daha fazla olmasına etki ettiği, dolayısıyla deprem konusundaki tartışmaları da beraberinde tetiklediğini anlıyoruz . 

Yine günlerce depremle yatıp depremle kalkacağız tıpkı 17 ağustos 1999 yılındaki gibi...

Gerek yetkililer gerekse medya üzerinden yapılan açıklamalara kulaklarımızı kabartmış bizi ferahlatacak açıklamalar bekliyor, dinliyor ve izliyoruz. 

17 Ağustos'ta Gölcük'te yaşanan,  yaklaşık 40 bin kişinin hayatini kaybettiği acıyı dindirmeyi henüz başaramamış ve yıkıcı deprem görüntüleri hafızalarımızdaki yerini hala korurken, İstanbul gibi yerde milyonlarca kişinin buna benzer bir duruma geleceğini düşünmek bile insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor. 

Yaşanılan böylesine panik karşısında, acaba Soma'daki gibi "fıtrat ya da takdir-i ilahi" kelimeleri üzerinden konuyu geçiştirecek birileri çıkar mı? ya da gizli saklı dehlizlerde gizliden gizliye "İstanbul ve şehrin günahkarları" kavramlarıyla etrafındakilere sömürüde bulunan ve bu sayede "başa gelecek bela ve musibetlerden" korkutarak, zayıf halkasına halka ekleyen "din tüccarları" var mıdır? 

Eh ne de olsa bu tip durumlara alışkınız. Milletçe bağımlıklık yaptı bu türden illetler. 

Nedense herkes olaylara kendi meşrebi ve mezhebince bakmaya bayılıyor adeta bu anlarda illa ki bir şeyler söylemek zorundalar. Deprem uzmanları "biz demiştik" lerle övünürken, dindar geçinenler "gazap dolu günler" konuşmalarında, cahil cühela kesimi ise "hak ettik bunları" fikirsizliğinde...

Oysa ki caminin minaresinin düştüğü ya da camide göçük altında kalarak can veren hiç olmamışcasına... İşte bazıları bu durumlara inanıyor, bazıları inandırıyor, bazıları ise reddedebiliyor.

Ne de olsa "düşüncelerin izin verildiği ölçüde özgürce ifade edildiği bir ülke" de yaşamaktayız ve herkesin her şeyi söylemesi bu minhalde serbest!!!! İncinme, kul hakkı hak getire...

Şimdi bu kısa dokundurmalardan sonra bizde naçizane İstanbul'da yaşanan 5.8'lik "depremin bizlerde ne uyandırdığı ya da üzerimizde ne etki bıraktığını" bu yazı vesilesi ile paylaşmak istiyoruz. Sadece bir anlığına bile olsa farklı bir pencereden olaylara baktırabilirsek ne mutlu bize...

Özellikle 17 Ağustos depreminin acısını yakından hisseden ve bu depremde yakın arkadaşlarını ve tanıdıklarını kaybeden birisi olarak söylemek gerekirse, OHAL sürecindeki KHK mağduriyetlerinin, hem  17 Ağustos depremi hem de dünkü İstanbul depreminden daha büyük acılara sebep olduğu düşüncesini hatırlatmaktadır. 

İnanın son yıllarda yaşadıklarımızı düşününce: düşünce ve ifade özgürlüğünün engellenmesi, toplantı ve gösteri yapma hürriyetinin engellenmesi, savunma yapma hakkının engellenmesi, özel hayatın gizliliğini ihlali, iletişim özgürlüğünün engellenmesi, seyahat yapma hürriyetinin engellenmesi gibi anayasanın bizlere tanıdığı tüm hakların her yönden ihlalleri... İşte bu ve buna benzer mağduriyetler yüzünden İstanbul'da yaşanan paniğin, onda birini yaşamadığımıza inanmıyorum. 

Nedeni ise "büyük acıların yanında küçüklerinin artık bir önemlerinin kalmaması" dır. Yani bir nevi maddi hissizleşme diyelim. Maalesef içinde yaşadığımız toplum vicdanı/vicdansızlığı insanı bu noktaya kadar getirebiliyor. 

Siz hiç hayatınızda depremde vefat etmiş birilerinin mezarına ziyarette bulundunuz mu? ya da depremin tüm acısını iliklerine kadar hissetmiş: anne, baba, kardeş, eş ya da çocuklarını kaybeden birileri ile konuştunuz mu?

ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜNÜZ

Evet arkadaşlar hayatının neredeyse 20 yılını Gölcük'te geçirmiş ve hala orada yaşayan biri olarak söylüyorum ki ben bu söylediklerimi yaptım.

Hala hem mezar ziyaretlerini (17 Ağustos deprem şehitleri mezarlığı) yapmaya ve onlarla mezarı başında konuşmaya hem de sağ olup o anı yaşananların anılarını dinlemeye ve onların acısını paylaşmaya çalışıyorum. Etrafımda o günün hatıra izlerini taşıyan bir sürü kişi var. Yani "ölmeden önce ölenlerle" bir olmaya çabalıyor ve olanları anlamaya çalışıyorum.

Bu size biraz garip gelebilir. Hatta deli olduğumuzu ya da kafayı sıyırdığımızı düşünebilirsiniz. Durum hiçte düşündüğünüz gibi değil! bu durum aksine bizleri daha zinde tutuyor. Nasıl mı? Açıklamaya gayret edelim:

Birincisi sağlıklı iken bunun sürekli aynı kalamayacağını bir gün hastalanabileceğimizi, 
İkincisi gençliğimizin bir gün elimizden alınacağını, üçüncüsü her şeyin mutlaka bir sonu olduğunu; her lezzetin yerini bir acının, her acının da eninde sonunda yerini gayet güzel bir lezzete bırakacağını ve nihayet bize bahşedilen güzel ve geçici hayatın ebedi olmadığını, bir gün mutlaka O'na döndürüleceğimizi yakinen anladığımız içindir.

İşte depremde yaşananları üzüntü ile izlediğimizde (panik, korku vs.): insanların beden dillerinin "henüz hesap vermeye hazır olmadıklarını ve sanki hazırlanmak için bir müddet daha istediğini ya da hayat zevkinden bir süre daha mahrum kalmamak adına çırpındıkları" görüntüsünü bizlere vermektedir. 

Bu cümleler size biraz acımasız ve duygusuzca gelmiş olabilir ya da bazılarınıza "bilim dışı söylenmiş safsatalık içeren cümleler" düşüncesi uyandırabilir ya da "duygu istismarında bulunduğumuz algısı" nı da yaratmış olabilir. Canınız sağ olsun...

Ama maalesef hiçbiri doğru değil, daha önce de söylediğimiz gibi tüm bu anlatılar "Görüntü Her Zaman Aldatır" hikaye serisinde betimlemeye çalıştığımız hususlar ile ilgilidir. 

Yani "kainat kitabını doğru okumak" ya da okumaya çalışmakla... 

Düşüncelerimizde art niyet arayanlara ise "varın hakkımızda ne düşünürseniz düşünün, bugüne kadar Allah'ın bildiğini kuldan sakınmadığımızı; aklımızdan geçenleri dışa dökmekten de hiç geri adım atmadığımızı" hatırlatarak cevap vermek isteriz. Bir de kötü söz sahibine aittir sözünü hatırlatmak...

Hayatımızın dönüm noktasının ise 17 Ağustos Gölcük depremi ile ülkemizde son yıllarda yaşanan hadiselerden kaynaklandığını (depremden beter) göz önüne almanızı diliyor ve olaylara bu perspektiften bakmanızı rica ediyorum. 

Bu şekilde hissetmemizin gayet doğal olduğu, anormal bir durum olmadığını düşünerek anlayışla karşılayacağınızı umut ediyorum. 

Hele ki birçok sevdiğini depremde toprağa vermiş, her gün açıklanan çarşaf çarşaf "ölüm listelerinde bir tanıdık var mı?" diyerek bakan depremzedeler gibi...

Sizce o zaman yaşananlar ile bugünküleri kıyasladığınızda hangisi daha yıkıcıdır? 

Onu da sizin aklınıza ve ferasetinize havale ediyorum.

Kalın sağlıcakla ...

Blog yazılarımız için: https://aglotlaro.blogspot.com 'a; 

Şiirler ve Güzel Sözler için: https://gonuldilekcesi.wordpress.com; https://gonuldilekcesi.blogspot.com'a, 

 Videolar için https://www.youtube.com/channel/UCcW2d3jaaT5ot0SpKpj7Jhw/videos?view_as=subscriber ABONE OLMAYI ve yayınlarımızı paylaşmayı unutmayınız��

Yorumlar

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan kısa bir süre içinde yayınlanacaktır.