Öne Çıkan Yayın

Kaplumbağa Terbiyecisi Üzerine

Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz.  Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla  yapboz  denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi:  puzzle) etkinliğidir.   Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin  tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz.  Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n

Kadının Doğum Anındaki Katlandığı Eza


Sevgili Blog Okurları, 
Kocaeli Üniversitesi ÇEEİİ'deki doktora programında ayrıntılı olarak okuduğumuz ve üzerinde tam bir dönem boyunca tartıştığımız Dominique Meda'ya ait Emek Kaybolma Yolunda Bir Değer mi? kaynak kitabını bölümler halinde paylaşmaktan memnuniyet duyuyorum. 
Akademi dünyasında olalım ya da olmayalım, Çalışma ve Emek kavramları hayatın normal seyrinde hepimizin karşımıza çıkan, "yaşamak için çalışmak" mecburiyetinde hissettiğimiz ya da "kol gücünden başka kazanacağımızın olmadığı" ve en önemlisi "zincirlerimizden başka kaybedecek hiçbir şeyimizin olmadığı"  bir dünyada, bu kavram sıkılıkla karşımıza çıkmaktadır. Kavram basit gibi görünse de Meda, birbirinden değerli bilim insanlarından yaptığı alıntı ve derlemelerle bizlere enfes bir bilgi dağarcığı sunmaktadır. 
Ülkemizde çalışma ve emek konularında eser veren sayısız bilim insanı, değerli hocalar, akademisyenler ve konun muhatapları bulunmaktadır. Ve onlar da bu konuda birçok şey yazmış ya da söylemiştir. Fakat Meda'nın yaptığı çalışma ya da anlatılar kadar detaylandırılıp, dillendirilmemiştir. 
Çalışmanın tarihsel sürecinin anlaşılmasında, bu kadar detaylı ele alındığına ya bizler şahit olamadık ya da öyle gelmektedir. Eksik ya da yanlış bir yorum yaptıysak lütfen kimse alınmasın, eksik olduğumuz konuda eleştirilere her zaman açığız. Bilim de zaten Pozitivist anlayışla "bilginin  doğrulanabilirliliği" ya da Karl Poper'ın "bilginin yanlışlanabilirliliği" dengesinde kurulmuyor mu? 
Biz de sizlere, öğrenim hayatımızda pin olarak kaydettiğimiz ve başucu olarak kitabı olarak sakladığımız bu eseri, bir takım haklı sebeplerden ötürü paylaşma gereği hissettik. Böylece çalışma, Emek alanyazınına az da olsa bir tuğla koymayı arzu ettik. 
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri ilişkileri, işletme, iktisat, sosyoloji, felsefe, sosyal politika, sosyal hizmet, yoksulluk  alanlarında lisans, yüksek lisans ve doktora örencilerinin sıklıkla faydalanabileceği, kaynak alabileceği bu kitabı üniversitemizde özellikle Betül Urhan Çelik hocamız tavsiye etmekte ve okutmaktadır. 
Dili ağır olan kitabın konularının anlaşılması için elbette bir altyapıya sahip olmak gerekmektedir. Fakat kitap okumasına devam ederken diğer eksik kaldığınız tarafları yazarın verdiği örnekler üzerinden ilerletebiliyorsunuz. Bu tercihi ile yazar Meda'nın kitabı eksikliğinizi bir hayli kapatmaktadır.  
Daha önceki blog yazılarımızın birinde, yazarın ve kitabının tanıtımını yapmış fakat kitap içeriğine çok fazla değinmemiştik. Şimdi ise yapabildiğimiz kadar kitap bölümlerinin özetlerini siz değerli blog takip ve okuyucuları ile paylaşmayı arzu etmekteyiz. Herkese şimdiden iyi okumalar dilerim.   
Not: Verilen bilgilerde kullanılan cümle ve yorumlar şahsıma aittir. Alıntı almada kaynak gösterme zorunluluğu bulunmaktadır. 

BİRİNCİ BÖLÜM

Emeğe Dayalı Toplumların Günümüzdeki Paradoksu

Fransız Filozof ve Sosyolog olan Dominique Meda, Emek Kaybolma Yolunda Bir Değer Mi? kitabının ilk bölümü özetinde, 1950’li yılların ekonomik durumunu ve bu konuda yapılan çalışmalara adeta fotoğrafını çekerek bizlere sunmakta ve çalışma kavram ve ifadesini konusunda üretilen fikirleri Hristiyan, hümanist ve antropolojik bakış açılarıyla ifade etmektedir.

Buna göre; insan daha az emeğini kullanarak, daha çok üretebileceği durumda iken bu durumun (makineleşmeyi kastederek) insan üzerinde uygulanan baskı ve kısıtlamaların gevşemesinin de mümkün görünmediği, bu değişim sebebiyle ortaya çıkan sorunları aşmada birey ya da toplumun, karlı iş alanları sayısının arttırmalarının mucizevi olacağını, ülkelerin büyüme hızlarının düştüğünü ve bunun da ekonomik resesyonlara sebep olmasına dolayısıyla işsizliğin arttırmasına bağlamaktadır.

Peki, bu durumda neler yapılması hedeflenmektedir? Bunun için yazar; istihdamı kurtaracak unsurların yanı sıra, büyümeyi yeniden başlatmayı hedefleyen makro-ekonomik stratejiler, işletmelere yapılacak yardımlar[1], toplumsal ödeneklerden muaf tutulma[2] gibi çözümlerle emeğin yeniden canlandırılması için kurumların güçlendirilmesi, personel eğitimi gibi iktisadın ana konularını oluşturan örnekler vermektedir.

Meda, aslında bu sorunların temelinde, ekonomi uzmanlarının ya da politikacıların, insanlığın var olduğu günden beri varlığı bilinen emeğin: önceliğe alması ve makro-ekonomik dengeleri koruma isteklerinin olduğunu belirtmektedir. 1950’li yıllarda her ne kadar üretkenlik çok artmış görünmüşse de bu durumun, emeğin özellikle işsizlikle vurulan Batı devletlerinin, oluşan bu duruma müdahale için tepkiler ortaya koyma çabalarının varlığına işaret etmektedir. İşsizliğin suçun artmasına neden olduğu bir olgu olduğunu belirten yazar; Hitler Almanya’sının bu sayede iktidara taşındığı bilgisini bizlerle paylaşmaktadır.

İstihdamı[3] ise; işi meşrulaştırıcı düşüncenin geri dönüşü olarak tanımlayan yazar; işsizlik oranından[4] bahsetmektedir ki artık bugün sorunun yüksek sesle dile getirilerek, işsizliğin önlenmesine dair politik mücadele edilmesi gerektiğinin altını özellikle çizmektedir. Şimdiye kadar yapılan tüm politikaların teoride kaldığını belirten yazar; işsizlikle ilgili kavramlardan birisinin de eksik istihdam[5] olduğunu belirtir. Bu terimi iktisat bilimine göre tanımlamaktadır.

Meda, çalışma kavramını anlamı üzerinde antropolojik kategoride; insan ve doğa ilişkisine sıklıkla yer vermektedir. Buna göre; çalışma, insanın kendi dışarısı ve insanlarla ilişkiye geçtiği temel faaliyeti olarak özetlemektedir. Fakat bu yaklaşımlar, istihdam konusunda basit ve muğlak bulduğunu belirten yazar; son yirmi yıl içinde yapılan çalışmaları meşrulaştırdığını, bunun nedeninin ise toplumsal bütünleşmenin temel unsuru olduğunun kabul edilmesine bağlar. Dolayısıyla yapılan tüm analizler, çalışmaya gerçek kimlik kazandırmaya çabalasa da, Sosyal Devlet ile aldığı şeklinin artık aşılması gereken bir faaliyet olması gerektiğini dile getirmektedir.

Yazar ücretli istihdam da bahsetmektedir ki onun tam istihdamın tek kuralı yapılmasının sanki -aynı zamanda işletmelerinde tek çalışma yeri olduğu gerçeği de göz önünde tutularak- bize çalışmanın gerçekliğini unutturduğunu ifade etmektedir.
Meda, kitabın ilk bölümünün sonunda, Hristiyan, Marksist ve Hümanist düşünceye göre çalışmanın insanın özü olduğu, bugün bu konudan sapıldığı için tam ve bütünlük ifadesinin yeniden tanımlanması gerektiğini belirterek, çalışmanın “toplumsal bağın ve kendini gerçekleştirmenin yeridir” yorumunda bulunmaktadır.

Antropolojik kategori olarak çalışma başlığında yazar; Bartoli, Jean Lacroix, Peder Chenu, Peder Martelet’ten insanın temel faaliyetinin çalışma olduğunu, bu sayede “çevrenin köleliliğinden kopacağını ve dünyaya doğacağı” fikrinde buluştuklarını ve bu ifadelerin kutsal kaynaklarda da aynı olduğunu ifade etmektedir.

Hümanist düşünce, her ne kadar Hristiyanlığa gönderme yapmasa da aynı kavrayışı savunduğunu belirten yazar, bu konuda Alain Spoit’in tarihsel-felsefi anlayışına göre “Fransa’da çalışma kavramının, bir annenin doğum anındaki acısına, “katlandığı eza’ya”  benzetildiğini belirttiğini ifade etmektedir. Çünkü acı ile yaratmak buradaki ortak argümandır, insan nasıl doğum anında kendi içinde yaşadığı gücü ve eseri söküp çıkarıyorsa, çalışmanın da benzer bir edimi olduğunu söz konusu edilmektedir.

Çalışma olmadan insanlaşma süreci düşünülmeyecektir” şeklinde dile getiren antropoloji düşünürleri vardır. Bunlar; Yves Schwarz, Jacques Bidet, Jean-Marie Vincent’tir. Bu düşünürlerin ortak fikri; çalışmanın özünde yaratıcılık, buluşçuluk, ve kısıtlamalarla mücadeleden oluştuğu ve çalışmaya ıstırap, kendini gerçekleştirme olarak ikili boyutu verdiğini söylemeleridir.

Bu üç düşünce akımının, çalışmanın toplumsal bütünleşmenin sağladığı fikrini ortak olarak paylaşmaktadırlar. Ve bunu muğlak ve çok anlamlı bulan yazar, nedeninin ise çalışmanın bir norm olarak değil, topluluk halinde yaşamanın öğrenildiği öğretilerden biri olduğunu ifade etmektedir. Bunu toplumsal yararlılık fikrine dayandıran yazar, özelinde kişinin kendi katkısını geliştirirken toplum aidiyet duygusunu da geliştirdiğini örneklendirmektedir.

Çalışmanın serbestleşmesi başlığında yazar; Bu çıkışların ortak özelliğinin, çalışmanın yabancılaşma alanını terk etmesini ve gerçek yüzüne kavuşmasını sağlayan bir dönüşüme olan inançlarıdır. Bunu çözebilmek için geliştirilen fikri, çalışmanın kendi özüne uygun kılmak için serbest bırakılmalıdır.

Bartoli’nin güzel bir tespiti konunun pekişmesi açısından yerindedir; “çalışmayı saf bir alet gibi kullanan ve onu para ya da sermaye gibi bir fetişin hizmetine sokmak için amaçlarından saptıran her ekonomi, her cimri ekonomi, köleci bir ekonomidir.” 

Bunun reçetesi kitapta şöyle verilir, “çalışmanın hakiki anlamını bulması için onu kendi kavramına uygun hale getirecek koşulları örgütleyerek…” böylece işsizlik geliştirilirken, uygun çalışma saatlerinin ihtimalleri aralanmış olmaktadır.

Meda, her ne kadar bu düşünce akımlarının çalışmaya olan katkılarını tarihsel gelişimini anlatsa da bunların günümüzdeki mevcut düzenin savunulmasından daha öteye geçemediğini belirtmektedir. Örnek olarak ise, güneşi merkezde gören sisteme benzetmesi ile bir açıklama getirmektedir. Ve bu duruma farklı çözümler ve açıklamalar da getirmeye çalışan yazar; “çalışma, ızdırap içindeki insanlığı, cennetten çıkarken miras aldığı, ezelden beri mevcut o araç değildir; tamamen doğal ihtiyaçlarımızı karşılamamıza basitçe hizmet eden doğal araçta değildir. Çalışma bizim toplumsallığımızın tümüdür(…) çalışmanın yok olması elbette düşünülemez.” demektedir. Yazar, burada işsizliğin nedeninin hem yönetenlerin, hem de yönetilenlerin kapıldıkları panik olduğunu kastederek, işsizliğin doğduğu ortamda anlaşmazlığın, şiddetin ve savaşın da her zaman yeri olduğunu da eklemektedir.

İki yüzyıldan beri yaşamakta olduğumuz çalışma modelinden çıkmakta olduğumuzu belirten yazar, Jürgen Habermas’ın 1985’teki Modernitenin Felsefi Söylemi kitabındaki Çalışmaya Dayalı Toplumun Tarihsel Olarak Öngörülebilir Sonu’nu duyurduğunu, çalışmanın ve etkileşiminin indirgenemezliği üzerine otuz yıldan beri geliştirilmekte olan fikirleri özlü bir anlatımla yeniden ele aldığını anlatmaktadır. Alman yazar Claus Offe Çalışma Kategorisinin İspatlaması üzerine uzun bir yazı ele almıştır. Yine bir Alman yazar Ralf Dahrendorf da Çalışmaya Dayalı Toplumun Yok Oluşu başlıklı makale yayınlamış birkaç yıl sonra da Heiddeger okuru, Çalışma Yok Olduğunda adlı bir kitap yazmış ve yayınlamıştır. Fransa’da ise bu geliştirilen düşünceler ancak Andre Gorz tarafından getirilmiştir.

Yazar bölümün sonunda; nasıl oldu da sonunda çalışmayı ve üretimi, bireysel ve toplumsal yaşamımızın merkezi olarak kabul ettik? Çalışma hangi yollardan geçtikten sonra kendini gerçekleştirmenin ayrıcalıklı aracı ve toplumsal bağın merkezi olarak yorumlanabildi?  Şeklinde sorular ile bitirmektedir.


Sevgili blog okurları, Herkese iyi okumalar dilerim. Blog yazılarım için: https://aglotlaro.blogspot.com 'a ABONE olmayı unutmayınız👍


[1] Vergi indirimleri ve sübvansiyonlar
[2] Dolaylı ve dolaysız vergiler, sosyal yardımlar vb.
[3] İstihdam,ülkedeki mevcut iş gücünün ekonomik faaliyetler içerisinde sürekli biçimde çalıştırılmasıdır.
[4] İşsizlik oranı, çalışmak isteyen kişilerin işgücü içindeki oranı bu oran İO=(işsiz sayısı/işgücü)*100 olarak hesaplanır.
[5] Eksik istihdam, çalışma bilgi ve becerisi yüksek olup düşük ücretle çalışanların varlığıdır. Kısacası işgücündeki verimsizlik olarak da ifade edilir.


Yorumlar

  1. emeğinize sağlık güzel çalışmalar yapılıyor demekki profösrlere de saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Elbette güzel işler yapılıyor. Fakat ne yazık ki emek sömürüsünde önleyici ve yapıcı tedbirler almada geç kalıyoruz. Daha güzel bir ülke için sosyal politikanin herkesçe öğrenilmesini bu sebepten arzu ediyoruz.

      Sil

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan kısa bir süre içinde yayınlanacaktır.