Sevgili Blog Okurları,
Kocaeli Üniversitesi ÇEEİİ'deki doktora programında ayrıntılı olarak okuduğumuz ve üzerinde tam bir dönem boyunca tartıştığımız Dominique Meda'ya ait Emek Kaybolma Yolunda Bir Değer mi? kaynak kitabını bölümler halinde paylaşmaktan memnuniyet duyuyorum.
Akademi dünyasında olalım ya da olmayalım, Çalışma ve Emek kavramları hayatın normal seyrinde hepimizin karşımıza çıkan, "yaşamak için çalışmak" mecburiyetinde hissettiğimiz ya da "kol gücünden başka kazanacağımızın olmadığı" ve en önemlisi "zincirlerimizden başka kaybedecek hiçbir şeyimizin olmadığı" bir dünyada, bu kavram sıkılıkla karşımıza çıkmaktadır. Kavram basit gibi görünse de Meda, birbirinden değerli bilim insanlarından yaptığı alıntı ve derlemelerle bizlere enfes bir bilgi dağarcığı sunmaktadır.
Ülkemizde çalışma ve emek konularında eser veren sayısız bilim insanı, değerli hocalar, akademisyenler ve konun muhatapları bulunmaktadır. Ve onlar da bu konuda birçok şey yazmış ya da söylemiştir. Fakat Meda'nın yaptığı çalışma ya da anlatılar kadar detaylandırılıp, dillendirilmemiştir.
Çalışmanın tarihsel sürecinin anlaşılmasında, bu kadar detaylı ele alındığına ya bizler şahit olamadık ya da öyle gelmektedir. Eksik ya da yanlış bir yorum yaptıysak lütfen kimse alınmasın, eksik olduğumuz konuda eleştirilere her zaman açığız. Bilim de zaten Pozitivist anlayışla "bilginin doğrulanabilirliliği" ya da Karl Poper'ın "bilginin yanlışlanabilirliliği" dengesinde kurulmuyor mu?
Biz de sizlere, öğrenim hayatımızda pin olarak kaydettiğimiz ve başucu olarak kitabı olarak sakladığımız bu eseri, bir takım haklı sebeplerden ötürü paylaşma gereği hissettik. Böylece çalışma, Emek alanyazınına az da olsa bir tuğla koymayı arzu ettik.
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri ilişkileri, işletme, iktisat, sosyoloji, felsefe, sosyal politika, sosyal hizmet, yoksulluk alanlarında lisans, yüksek lisans ve doktora örencilerinin sıklıkla faydalanabileceği, kaynak alabileceği bu kitabı üniversitemizde özellikle Betül Urhan Çelik hocamız tavsiye etmekte ve okutmaktadır.
Dili ağır olan kitabın konularının anlaşılması için elbette bir altyapıya sahip olmak gerekmektedir. Fakat kitap okumasına devam ederken diğer eksik kaldığınız tarafları yazarın verdiği örnekler üzerinden ilerletebiliyorsunuz. Bu tercihi ile yazar Meda'nın kitabı eksikliğinizi bir hayli kapatmaktadır.
Daha önceki blog yazılarımızın birinde, yazarın ve kitabının tanıtımını yapmış fakat kitap içeriğine çok fazla değinmemiştik. Şimdi ise yapabildiğimiz kadar kitap bölümlerinin özetlerini siz değerli blog takip ve okuyucuları ile paylaşmayı arzu etmekteyiz. Herkese şimdiden iyi okumalar dilerim.
Not: Verilen bilgilerde kullanılan cümle ve yorumlar şahsıma aittir. Alıntı almada kaynak gösterme zorunluluğu bulunmaktadır.
BİRİNCİ
BÖLÜM
Emeğe
Dayalı Toplumların Günümüzdeki Paradoksu
Fransız Filozof ve Sosyolog olan Dominique Meda, Emek Kaybolma Yolunda Bir Değer Mi? kitabının
ilk bölümü özetinde, 1950’li yılların ekonomik durumunu ve bu konuda yapılan
çalışmalara adeta fotoğrafını çekerek bizlere sunmakta ve çalışma kavram ve
ifadesini konusunda üretilen fikirleri Hristiyan, hümanist ve antropolojik
bakış açılarıyla ifade etmektedir.
Buna göre; insan daha az emeğini kullanarak, daha çok
üretebileceği durumda iken bu durumun (makineleşmeyi kastederek) insan üzerinde
uygulanan baskı ve kısıtlamaların gevşemesinin de mümkün görünmediği, bu
değişim sebebiyle ortaya çıkan sorunları aşmada birey ya da toplumun, karlı iş alanları sayısının
arttırmalarının mucizevi olacağını, ülkelerin büyüme hızlarının düştüğünü ve
bunun da ekonomik resesyonlara sebep olmasına dolayısıyla işsizliğin
arttırmasına bağlamaktadır.
Peki, bu durumda neler yapılması hedeflenmektedir?
Bunun için yazar; istihdamı kurtaracak unsurların yanı sıra, büyümeyi yeniden
başlatmayı hedefleyen makro-ekonomik stratejiler, işletmelere yapılacak
yardımlar,
toplumsal ödeneklerden muaf tutulma
gibi çözümlerle emeğin yeniden canlandırılması için kurumların
güçlendirilmesi, personel eğitimi gibi iktisadın ana konularını oluşturan
örnekler vermektedir.
Meda, aslında bu sorunların temelinde, ekonomi
uzmanlarının ya da politikacıların, insanlığın var olduğu günden beri varlığı
bilinen emeğin: önceliğe alması ve
makro-ekonomik dengeleri koruma isteklerinin olduğunu belirtmektedir. 1950’li
yıllarda her ne kadar üretkenlik çok artmış görünmüşse de bu durumun, emeğin
özellikle işsizlikle vurulan Batı devletlerinin, oluşan bu duruma müdahale için
tepkiler ortaya koyma çabalarının varlığına işaret etmektedir. İşsizliğin suçun artmasına neden olduğu bir olgu
olduğunu belirten yazar; Hitler Almanya’sının bu sayede iktidara taşındığı
bilgisini bizlerle paylaşmaktadır.
İstihdamı
ise; işi meşrulaştırıcı düşüncenin geri
dönüşü olarak tanımlayan yazar; işsizlik oranından
bahsetmektedir ki artık bugün sorunun yüksek sesle dile getirilerek, işsizliğin
önlenmesine dair politik mücadele edilmesi gerektiğinin altını özellikle çizmektedir.
Şimdiye kadar yapılan tüm politikaların teoride kaldığını belirten yazar;
işsizlikle ilgili kavramlardan birisinin de eksik
istihdam
olduğunu belirtir. Bu terimi iktisat bilimine göre tanımlamaktadır.
Meda, çalışma
kavramını anlamı üzerinde antropolojik kategoride; insan ve doğa ilişkisine sıklıkla
yer vermektedir. Buna göre; çalışma, insanın kendi dışarısı ve insanlarla
ilişkiye geçtiği temel faaliyeti olarak özetlemektedir. Fakat bu
yaklaşımlar, istihdam konusunda basit ve muğlak bulduğunu belirten yazar; son
yirmi yıl içinde yapılan çalışmaları meşrulaştırdığını, bunun nedeninin ise toplumsal bütünleşmenin temel unsuru
olduğunun kabul edilmesine bağlar. Dolayısıyla yapılan tüm analizler, çalışmaya
gerçek kimlik kazandırmaya çabalasa da, Sosyal Devlet ile aldığı şeklinin artık
aşılması gereken bir faaliyet olması gerektiğini dile getirmektedir.
Yazar ücretli
istihdam da bahsetmektedir ki onun tam istihdamın tek kuralı yapılmasının
sanki -aynı zamanda işletmelerinde tek çalışma yeri olduğu gerçeği de göz
önünde tutularak- bize çalışmanın gerçekliğini unutturduğunu ifade etmektedir.
Meda, kitabın ilk bölümünün sonunda, Hristiyan,
Marksist ve Hümanist düşünceye göre çalışmanın insanın özü olduğu, bugün bu konudan sapıldığı için tam ve bütünlük ifadesinin yeniden
tanımlanması gerektiğini belirterek, çalışmanın “toplumsal bağın ve kendini gerçekleştirmenin
yeridir” yorumunda bulunmaktadır.
Antropolojik
kategori olarak çalışma başlığında yazar; Bartoli, Jean Lacroix, Peder Chenu, Peder
Martelet’ten insanın temel faaliyetinin çalışma olduğunu, bu sayede “çevrenin
köleliliğinden kopacağını ve dünyaya doğacağı” fikrinde buluştuklarını
ve bu ifadelerin kutsal kaynaklarda da aynı olduğunu ifade etmektedir.
Hümanist düşünce, her ne kadar Hristiyanlığa gönderme
yapmasa da aynı kavrayışı savunduğunu belirten yazar, bu konuda Alain Spoit’in
tarihsel-felsefi anlayışına göre “Fransa’da çalışma kavramının, bir annenin doğum anındaki acısına, “katlandığı eza’ya”
benzetildiğini belirttiğini ifade etmektedir. Çünkü acı ile yaratmak buradaki ortak argümandır, insan nasıl doğum
anında kendi içinde yaşadığı gücü ve eseri söküp çıkarıyorsa, çalışmanın da
benzer bir edimi olduğunu söz konusu edilmektedir.
“Çalışma olmadan insanlaşma süreci
düşünülmeyecektir” şeklinde dile getiren antropoloji düşünürleri vardır.
Bunlar; Yves Schwarz, Jacques Bidet, Jean-Marie Vincent’tir. Bu düşünürlerin
ortak fikri; çalışmanın özünde yaratıcılık, buluşçuluk, ve kısıtlamalarla
mücadeleden oluştuğu ve çalışmaya ıstırap, kendini gerçekleştirme olarak ikili
boyutu verdiğini söylemeleridir.
Bu üç düşünce akımının, çalışmanın toplumsal bütünleşmenin
sağladığı fikrini ortak olarak paylaşmaktadırlar. Ve bunu muğlak ve
çok anlamlı bulan yazar, nedeninin ise çalışmanın bir norm olarak değil, topluluk
halinde yaşamanın öğrenildiği öğretilerden biri olduğunu ifade
etmektedir. Bunu toplumsal yararlılık
fikrine dayandıran yazar, özelinde kişinin kendi katkısını geliştirirken toplum
aidiyet duygusunu da geliştirdiğini örneklendirmektedir.
Çalışmanın
serbestleşmesi başlığında yazar; Bu çıkışların ortak özelliğinin, çalışmanın
yabancılaşma alanını terk etmesini ve gerçek yüzüne kavuşmasını sağlayan bir
dönüşüme olan inançlarıdır. Bunu çözebilmek için geliştirilen fikri, çalışmanın
kendi özüne uygun kılmak için serbest bırakılmalıdır.
Bartoli’nin güzel bir tespiti konunun pekişmesi
açısından yerindedir; “çalışmayı saf bir alet gibi kullanan ve onu
para ya da sermaye gibi bir fetişin hizmetine sokmak için amaçlarından saptıran
her ekonomi, her cimri ekonomi, köleci bir ekonomidir.”
Bunun reçetesi
kitapta şöyle verilir, “çalışmanın hakiki anlamını bulması için onu
kendi kavramına uygun hale getirecek koşulları örgütleyerek…” böylece
işsizlik geliştirilirken, uygun çalışma saatlerinin ihtimalleri aralanmış
olmaktadır.
Meda, her ne kadar bu düşünce akımlarının çalışmaya
olan katkılarını tarihsel gelişimini anlatsa da bunların günümüzdeki mevcut
düzenin savunulmasından daha öteye geçemediğini belirtmektedir. Örnek olarak ise,
güneşi merkezde gören sisteme benzetmesi ile bir açıklama getirmektedir. Ve bu
duruma farklı çözümler ve açıklamalar da getirmeye çalışan yazar; “çalışma,
ızdırap içindeki insanlığı, cennetten çıkarken miras aldığı, ezelden beri
mevcut o araç değildir; tamamen doğal ihtiyaçlarımızı karşılamamıza basitçe
hizmet eden doğal araçta değildir. Çalışma bizim toplumsallığımızın tümüdür(…)
çalışmanın yok olması elbette düşünülemez.” demektedir. Yazar, burada
işsizliğin nedeninin hem yönetenlerin, hem de yönetilenlerin kapıldıkları panik
olduğunu kastederek, işsizliğin doğduğu ortamda anlaşmazlığın, şiddetin ve
savaşın da her zaman yeri olduğunu da eklemektedir.
İki yüzyıldan beri yaşamakta olduğumuz çalışma
modelinden çıkmakta olduğumuzu belirten yazar, Jürgen Habermas’ın 1985’teki Modernitenin Felsefi Söylemi kitabındaki
Çalışmaya
Dayalı Toplumun Tarihsel Olarak Öngörülebilir Sonu’nu duyurduğunu,
çalışmanın ve etkileşiminin indirgenemezliği üzerine otuz yıldan beri
geliştirilmekte olan fikirleri özlü bir anlatımla yeniden ele aldığını
anlatmaktadır. Alman yazar Claus Offe Çalışma Kategorisinin İspatlaması üzerine
uzun bir yazı ele almıştır. Yine bir Alman yazar Ralf Dahrendorf da Çalışmaya
Dayalı Toplumun Yok Oluşu başlıklı makale yayınlamış birkaç yıl sonra
da Heiddeger okuru, Çalışma Yok Olduğunda adlı bir kitap yazmış ve yayınlamıştır.
Fransa’da ise bu geliştirilen düşünceler ancak Andre Gorz tarafından getirilmiştir.
Yazar bölümün sonunda; nasıl oldu da sonunda çalışmayı ve üretimi, bireysel ve
toplumsal yaşamımızın merkezi olarak
kabul ettik? Çalışma hangi yollardan geçtikten sonra kendini gerçekleştirmenin
ayrıcalıklı aracı ve toplumsal bağın merkezi olarak yorumlanabildi? Şeklinde sorular ile bitirmektedir.
[1] Vergi indirimleri ve sübvansiyonlar
[2] Dolaylı ve dolaysız vergiler, sosyal yardımlar vb.
[3] İstihdam,ülkedeki mevcut iş gücünün ekonomik faaliyetler içerisinde sürekli biçimde çalıştırılmasıdır.
[4] İşsizlik oranı, çalışmak isteyen kişilerin işgücü içindeki oranı bu oran İO=(işsiz sayısı/işgücü)*100 olarak hesaplanır.
[5] Eksik istihdam, çalışma bilgi ve becerisi yüksek olup düşük ücretle çalışanların varlığıdır. Kısacası işgücündeki verimsizlik olarak da ifade edilir.
emeğinize sağlık güzel çalışmalar yapılıyor demekki profösrlere de saygılar.
YanıtlaSilElbette güzel işler yapılıyor. Fakat ne yazık ki emek sömürüsünde önleyici ve yapıcı tedbirler almada geç kalıyoruz. Daha güzel bir ülke için sosyal politikanin herkesçe öğrenilmesini bu sebepten arzu ediyoruz.
Sil