Öne Çıkan Yayın

Kaplumbağa Terbiyecisi Üzerine

Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz.  Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla  yapboz  denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi:  puzzle) etkinliğidir.   Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin  tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz.  Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n

AYİNESİ İŞTİR KİŞİNİN LAFA BAKILMAZ

Sevgili Blog Okurları,

Genelde kendimle ilgili yok şöyleyim, yok böyleyim demekten çoğunlukla kaçındım. Çok da sevmiyorum bu tür girişleri...
Nedeni ise aslında basit, bir çoğunuz da benimle aynı şeyleri düşündüğünüzden eminim. Sizi, size anlatacak en doğru şey sizin dışınızda olanlardır. Bunlar; eşiniz, çocuğunuz, dostlarınız, yaşantınız hatta eser ve icraatlarınızdır.

Yapılan şeyler küçük ya da  büyük olsun karşılık beklemeden yapılırsa bir anlamı olur. Daha önce yayınladığım bir blog yazısında, sahile vuran, ölmeyi bekleyen binlerce deniz yıldızının hayatını kurtaramasak bile, kurtarmaya çalıştığımız her bir deniz yıldızı için konunun hayatı açısından ne kadar önemli olduğunu ifade etmiştim. Ben buna "yaşatma gayreti" diyorum. 

Konuyu sorularla daha da açarsak; anlayamadığım ve de kimse ile anlaşamadığım tek şey neden yapılan her şeyin illa ki bir karşılık beklentisi olmak zorunda ya da öyle hissediyoruz?
Sana gül bahçesi vadetmedim

Küçükken öğrendiğim şu hikaye beni bu konuda en çok etkileyenlerden. Karıncanın biri bir gün hacca gitmeye karar verir. Onu gören diğerleri "karınca kardeş nereye böyle?" diye sorar. O da cevaben "hacca gidiyorum" der. Soruyu soranlar yarı alay, yarı itirazla "sen o küçük ayaklarınla oraya varamaz, ölürsün" derler. Bu sefer karınca "olsun varmayayım, yolunda olayım o bana yeter" diye cevaplar.

Gayretin, karşılık beklememenin en güzel hikayelerinden biridir bu örnek. Bir kere hiçbir karşılık beklemeden yaratıldığımızı hem de insan olarak yaratıldığımızı hatırlarsak bunun ne kadar düşünülmesi gereken bir konu olacağı aşikardır.

Şu anda bazılarımız hemen şu itiraz da bulunabilir. "Yoo, Allah da bizden karşılık bekliyor, emirleri belli, yasakları belli"

O zaman benim size vereceğim cevap ise ancak şu olabilir: Seni senden daha fazla düşünen, bırak ta zarar çekeceğin ya da güzellik bulacağın şeyler konusunda sana rağmen, seni uyarsın. Bu önemsendiğindendir, sevinmelisin

Açalım kalplerimizi sevgiye, inanın dolmayacak kadar yer var orada. Tüm kainatı sıkıştırabilecek kadar, sonsuzluğa neredeyse değecek kadar, sınırını hafızamızla belirtemeyeceğimiz kadar... 

Hem ne demiş yaratan "kainata sığamadım, kulumun kalbine sığdım". Demek ki her şeye ve herkese yer var orada, sonsuzluğa uzanan.

Hayatta her şey "etki-tepki prensibi" değildir bana göre. Bu kuralın istisnaları da olabilir. Bu konuda başarılı olan çok kişi biliyoruz aslında ve onları hepimiz tanıyoruz ama nedense "an" geldiğinde hepimiz unutuyoruz. Bir Türk atasözü "Hafıza-i beşer nisyanla malül" der. Sıradan insanlarız nihayetinde...Ama hep böyle mi olmalı?

Mesela, peygamberlerin çoğu, hz. İbrahim yakılmaya çalışırken, hz. İsa çarmığa gerilmek istendiğinde, hz. Zekeriya testere ile doğranırken, Hz. Musa firavun tarafından öldürülmek istendiğinde tüm kavmiyle beraber, Hz. Muhammed'in neredeyse tüm hayatında kendisine çektirilenlerde, Gandhi ülkesinin onurunu korurken, Atatürk hain edilip, idam edilmek için tüm ülkede arandığında ve daha bir çok örnek var sayamadığım.

Ben hiçbirinin karşılık almak için bir şeyler yaptıklarını sanmıyorum. Ne kahraman ilan edilmek ne de her hangi bir ücret almak için diye yapmadılar bunca gayreti, çabayı. Sadece samimiyetle, sevgi ile gerçekten uğruna aşık oldukları şeyi doğru yaptıkları için ödüllendirildiler. Mesele sadece bu...

Bana kötü söz söyleyen ya da sevmediğini gösteren birisine ben de aynı şekilde mi davranmak zorundayım? Hayır, hayır, binlerce kere hayır. Ben aynasıyım kişinin, ondaki karakteri yansıtan. Sadece üzülür ve acırım onun karakterindeki bozukluğa...


İşte şimdiye kadar burada anlattığım değerler ve onların öğretileri, hikayeleri ile bugüne kadar geldik hepimiz. Sorun ise o zaman nedir? Nedendir bunca karşılık beklemek, bulamayınca üzülmek, hatta küsmek...

Hani Ziya Paşa'ya ait bir söz vardır yine çok sevdiğim "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, Şahsın görünür rütbe-i aklın eserinde

Ne kadar zarif ve dokunaklı bir söz. Belki de bundan sonra yazacağım hiç bir kelime bu sözlerin anlamına fazladan bir değer katmayacak. Bunu da Allah bilir. Benim bildiğim ise sadece hislerim, duygularım ve kalbimden geçenleri size dökmek. 

Yorumlar