Öne Çıkan Yayın

Kaplumbağa Terbiyecisi Üzerine

Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz.  Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla  yapboz  denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi:  puzzle) etkinliğidir.   Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin  tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz.  Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n

Güz Mevsimi ve Hüzün Ayı

Norveç ülkesinden bir yer (Alesund)

Sevgili blog okurları, 

Bugün, güz mevsiminin insanda hangi duyguları çağrıştırdığı ile ilgili bir yazı kaleme almak istedik. 


Yazının genelinde güz mevsimini dünyada ve ülkemizde nasıl algıladığımızı (öznel), bizde hangi duyguları çağrıştırdığını karşılaştırmalı olarak değinecek ve temayı  yaşadığımız bir örnek ile mini hikaye tadında sunacağız. 


Aynı zamanda mevsim özelinde bazı genellemelerden bahsederken belirli kelime ya da kelime öbekleri üzerine kısa yollar koyarak sizleri sağlıklı istatistik bilgileri veren sitelere yönlendirmeyi de ihmal etmemeye çalışacağız. 


Sıkılmadan okuyacağınıza inandığımız yazımızın içeriği ile ilgili düşüncelerinizi ya da duygularınızı yorum kısmında görmekten mutluluk duyarız. 


Dünyanın En Mutlu Ülkeleri ve Yüksek İntihar Çelişkisi

Sonbaharın gelişi, bazı istisna durumları hariç, insanı genellikle hüzne sokmaktadır. Finlandiya, Danimarka, İsviçre (İskandinavya) gibi ülkeler Dünyanın en mutlu ülkeleri olarak sıralamada başı çekseler de bu ülkelere gidildiğinde havanın kapalılığı, güneşi yeterince görememekten kaynaklı olsa gerek insanların tabiatları sizlere biraz farklı ya da tuhaf gelebilir. 

Dünyada refah ve zenginliğin bol olduğu, kişi başı gayrisafi hasılanın yüksek olduğu bu musmutlu!!! ülkelerinde nedense intihar vakalarının yüksek olması bir o kadar çelişkidir.  Bazen bu birinciliğe uzaklardan bir ülke: Japonya da dahil olabiliyor. 


Bilimsel çalışmaları ile ünlenen nörolog Sigmund Freud, intihar sorunun ana kaynağını şu iki sebebin eksikliğine bağlamaktadır. Bunların ilkini çalışmak,  diğeri ise sevmek olarak açıklar. Biz bu ikisine ilaveten derin iç boşluğu (hayata sarılacak herhangi bir neden: din, felsefe ya da düşünsel özellik) kavramını eklemek istiyoruz. Bunu neden eklediğimizi yazımızın ilerleyen bölümlerinde yaşanmış hikaye içerisinde belirteceğiz. 


Freud'un açıklamalarından ilki olan çalışmak ifadesi, İskandinav ülkelerinde halihazırda sorun olmaktan çok uzaktır. Çünkü bu ülkelerde istihdam yüksek dolayısıyla işsizlik oranları ise bir hayli düşüktür. Dolayısıyla geriye bir tek sevgi seçeneği kalıyor. Fakat bu da tek başına yeterli bir neden midir? tartışılır. Malum bir yandan soğuk diğer yandan iç karartan havaya bir de bu sevgi daha doğrusu sevgisizlik eklenince herhalde kaçınılmaz son kendiliğinden geliyor. 


Oysa ki ülkemizde güz mevsiminin insanlar üzerindeki etkisi yukarıdaki anlatımdan hem farklı hem bir o kadar tuhaftır. Deyim yerindeyse güz mevsimini hüzün ayı olarak tasvir etmeye pek meraklıyızdır. Bu tarifiyle güz mevsimi, hiç değilse "intihar" kelimesinden daha şirin ve sevimli görünür gözümüze...


Çünkü inancımızdan kaynaklı olsa gerek memleketimizde kimse Allah'ın verdiği canı kendisine almayı yakıştıramaz! Bu hem bizim hem de sevdiklerimiz için utanç vesikası olarak görülür.  


Güz Mevsimi Nedir?


Güz mevsimi için şu şekilde bir tarif yapsak acaba doğru olabilir mi?


Aynı günahı her gün aynı şekilde işleyen insanların kendilerinde duymadıkları, görmezden gelinen suçluluk hissi, buna birde “ohooo, bana gelene kadar yanacak ne çok insan var” rahatlığındaki ikiyüzlü bir yaşam formu... 


Ya da adına birçok bestenin yapıldığı, ayrılık ve yalnızlık ile özdeşleşen, sarı, turuncu ve kırmızı tonların hakim olduğu ve ağaçtan düşen yapraklar eşliğinde çekilen videolardaki aşkın en pür halini anlatan mevsim... 


İçimizi kaplayan bu garip ve açıklanamayan bi-polar karmaşa neşemizi bir anda içimizin en diplerine doğru kaydırır. O yüzden olsa gerek, sonbaharda sararan her yaprak, gökyüzündeki her gri bulut veya yağan her yağmur bu garip ruh halimizin aynadaki aksini gösterir.


Bu safhadan sonra enerjimiz düştükçe düşer. Kasvetli gri bulutların arasından güneşin az biraz da olsa sızmasını bekleriz ya da yağmur çisentileri eşliğinde biraz güneş pırıltıları çıkacak olsa, gözlerimiz gökkuşağının yedi rengini kısacası renk cümbüşünü görmeyi arzu eder. 


Bu gökkuşağını görme şansına erişenlerin aklına, çocukluğunda anlatılan şu: "gökkuşağının bittiği yerde saklanan hazine" olduğu ya da "gökkuşağının başladığı veya bittiği yeri bulanın bu hazineye sahip olacağı!" fikri gelirse, belki de şu tuhaf, melankolik halden az da olsa onu kurtarır ve biraz gülümsetebilir. Bu sayede kaçan neşe  yeniden geri gelebilir...


Güz mevsimi, gençlikten yaşlanmaya geçişin ya da kronolojik ömrün adım adım tüketilmesidir. Söylenmesi hiç keyif vermese de ölümün bir diğer adıdır. Romanlarda "hayatımın baharında" şeklinde yapılan ifadeyle "gençlik çağı veya canlılık" vurgulanırken, nedense hiç yaşlılıktan "hayatımın sonbaharında" bahsi geçmez. Neden mi? Çünkü kimsenin kaçamayacağı o malum vaktin açık açık söylenmesi hoşa gitmez de ondan... "Soluyoruz, hayatımız her geçen gün eriyor, kısacası ölüyoruz" anlamına gelen tüm bu ifadeler insanoğlu için acı vericidir. Yalnız  korkunun ecele faydası yoktur atasözünü de hatırımızdan bir türlü çıkmaz...

Depresif bir ruh halidir güz mevsimi...bu halde insanda “bir türlü çıkılamayacak sanılan ama kendiliğinden sona ereceğine inanılan...”

İntihar mı, İnti Har mı?

Sözlük anlamına göre İntihar, bir kimsenin kasten canına kıyması olarak tarif edilmektedir. Peki biz bu kelimeyi  İnti ve Har şeklinde kafamıza göre bölsek ve bunu Google çeviri programına yazsak acaba ne gibi bir sonuç elde ederiz? diye merak ettik. Bunu yapınca çok şaşırtıcı bir şey karşımıza çıktı. Sizlerle de paylaşmak istedik. Acaba dünyada bu şekilde yapan ilk kişi biz miyiz? diye de merak ettik doğrusu😁


Google Çeviri programının bir tarafına bu kelime ayrı ayrı yazıldığında: İNTİ kelimesinin Maltaca sen, HAR kelimesinin ise İsveç dilinde vardır anlamına geldiğini öğrendik. Biraz zihni-sinir zorlamayla Google Çeviri programı sayesinde evrensel bir dil üretsek, inti har kelimesinin "sen vardır" gibi bir sonucu üretilebiliyor. Eğer bunu doğru! kabul etsek normal anlamından ne kadar taban tabana zıt bir anlam çıkıyor değil mi? biri yokluğu, yok olmayı ifade ederken diğeri tam tersine sen varsın diyor...Ne şans ama...


Dilemma

Yıl 2013 ve yer İskandinavya anlamına gelen Nordic...


Hani reklamlarda Norveçli balıkçıların soğukta çatlaklara iyi geldiği iddia edilen kremlerin henüz gözümüze yeni sokulduğu yıllar...


Ülkemizde güz mevsiminin soğukluğunu buradaki gibi hiç hissetmemiştim.  Evet sıfır derece hava deneyimimiz daha önceden olmadı değil, fakat söz konusu -25 dereceler olunca bu apayrı bir deneyim oldu bizim için. Hele bir de gece gündüz dengesi kuzey yarımkürede bizden bir hayli farklı. Deyim yerinde ise güneşi görmek bu ülke insanları için çok büyük nimet ve dolayısıyla hiçbir zaman ısınabildiğinizi hissedemiyorsunuz.


Nordic'ten Norveç'in (Viking diyarları Norveç, İsveç, Danimarka, İzlanda  ve Faroe Adaları olarak bilinir) en büyük geçim kaynağı denizciliktir. Finlandiya'nın ise kerestecilik (alacakaranlık kuşağı filmlerinin çekildiği ormanlar bu ülkenin), İsveç kereste ve madencilik, Danimarka'nın ise Balıkçılık, tarım ve hayvancılıkla ünlüdür. Fakat bunların yanında hemen hepsinde denizciliğin her nevi makbul. Somon ve uskumru diyarı olarak ün salmış olan bu memleketlerde, özellikle denizcilik sahasında bir hayli söz sahibidir. Armatörlük işlerinde faaliyet gösteren birçok ünlü denizcilik firması vardır: bunlardan birisi ise içinde birçok şirketi (Rolls Royce, KaMeWa, Mekanord, Konsberg vs.) barından NMK (Norvegian Marine Korp.) 'dır. 


İçinde yer aldığımız bir proje kapsamında "eğitici eğitmen" sıfatıyla bu firmayı hem yerinde (fabrikalarında) ziyaret hem de bir dizi kurs görmek amacıyla gitmiştik. Bu sayede ülke hakkında birtakım deneyimler elde etme şansımız oldu. Bu deneyimlerden en önemlisi, şüphesiz sadece şahsımı değil birlikte eğitim gördüğümüz diğer ekip arkadaşlarımızı da etkileyen bir olaydı...İşte gerçek hikaye tam bu noktada başlıyor...


To be or not to be... 


Olmak ya da olmamak...Şekspir'e ait bu veciz sözü aslında pek bir severim. Fakat sözdeki O harflerine noktalayınca işte insanın tadı o zaman kaçıyor...Ölmek ya da ölmemek işte bütün mesele budur. Şimdi durup dururken bunu niye söyledim? Anlatayım... 


Efendim 2013 yılından sizlere bahsetmiştim. İşte bu yılda yaklaşık beş ay süren oryantasyon ve diğer eğitimler için Norveç-Finlandiya-İsveç ve Danimarka ülkelerini de kapsayan bir takım ziyaretler gerçekleştirmiştik. Tabiri caizse Game of Thrones dizisindeki akgezenler gibiydik...


Bu gidip gelmeler arasında birçok kişi ile tanışma ve dostluklar kurma fırsatımız oldu. Ve bu tanışmalarda biri vardı ki, o güne kadar yaşadığımız hiçbir olay bizi derinden sarsamamıştı. Yani bizde bıraktığı iz öyle hafızalarımızdan kolayca silinebilecek türden değildi. 


Bu kişi bahsettiğim ülkelerden Norveç'teki NMK fabrikalarının her kademesinde çalışmış, bir hayli deneyimli bir eğitmendi. Anlatacağımız hikayenin ana unsuru bu hocamızın yaşadığı ve bizdeki tesiridir. Meraklanır gibi olduğunuzu hissediyorum. Kısa kesip söze devam edeyim o zaman.


Adam ders anlatımlarında ülke insanının soğukluğuna inat sempatik hareketleri ile bizde bir hayli etkileyici bir iz bırakmıştı. Hele ki Norveç kızları hakkında anlattığı fıkralar ve hicivler eşliğinde keyifli bir kurs dönemimiz geçmişti. Biz hocamıza, hocamız da bize duygusal olarak bağlanmıştı. Ne biz onsuz ne de O bizsiz bırakın kahve içmeyi tuvalete bile gidemez olmuştuk. Bunda elbette farklı kültürlerin birbirini tanıma ve Türk insanının sıcaklığının karşı tarafta tezahürünün de etkisi vardı. Kısacası bir hayli kaynaşmıştık. 


Firma adına bizim için ayarlanmış her türlü programda O da bizimle birlikteydi. Bir nevi ev sahipliğini O gerçekleştiriyordu. Trekking, Kayak, Şehir gezileri, güzel restoranlarda yemek organizasyonları ve elbette Fin hamamı sefaları...Özellikle Fin Hamamını sizlere kesinlikle tavsiye ederim. Bizden farklı bir konseptleri var. Sıcacık bir Fin Hamamında size bir kaç seans yaptırıyorlar sonra dışarıda kar yağarken kafanızda ve ayaklarınızda keçelerle koşarak buz tutmuş bir göle çivileme atlıyor, bu esnada eğer kalp krizinden ölmediyseniz bu gölden çıkarak yine koşa koşa bu sefer sıcacık bir havuza dalıyorsunuz. Kısacası 0  ila +50 derece arasında bir gidip bir geliyorsunuz. Eğer bunu bir kaç kez tekrar edebilirseniz (kalbe giden damarlar bir genişleyip bir daraldığı için) yüz yaşına kadar yaşayabileceğiniz konusunda efsanevi hikayeler anlatıyorlar. Şansınız var ve siz ölmezseniz...


İşte hocamızla güzel geçen bir kurs dönemini bitirdikten sonra nihayet ülkemize geri dönme vaktimiz gelmişti. Ayrılmadan önce kendisi tarafında bugüne kadar hiçbir yabancıdan görmediğimiz bir hediye iltifatına tabi tutulmuştuk. Firmaya ait kep, kupa neyse de (bunlar zaten klasik şeyler) firma amblemli T-Shirt, USB anahtarlık, baştan aşağıya tam bir fabrika kıyafeti ile adeta donatıldık. Zannedersiniz bu fabrikada çalışan personeliz. Kısacası mest edildik. 


Aradan bir süre geçmişti ki bendeniz bu sefer başka bir grupla birlikte yine aynı yere ve bu hocamızdan kurs almak için görevlendirilmiştik. Fakat o sempatik, etkileyici adam gitmiş yerine mutsuz, suratı asık ve hiç gülmeyen bir adam gelmişti. Sebebini bir türlü anlayamıyor. Kendi kendimize şu yorumlarda bulunuyorduk: Acaba fazla hediye verdiği için üstlerinden fırça mı yedi? ya da bizimle fazla muhatap olduğundan belki de fazla bilgi verdiğinden (çünkü her şirketin kendine özgü ticari sırları vardır) ayar mı yedi?...


Sonra bir öğle yemeğinde bunun nedenini öğrenmek için cesaretimizi toplayarak O'nun bulunduğu masaya oturduk. Hali ve tavrındaki bu değişimi merak ettiğimizi söyledik. Ve kendisinden öğrendiklerimiz karşısında adeta şok olduk...


Ölümün Sırasıyla Olanı Makbul Derler


Neydi bizi şok eden şey? Hocamız 30 yaşlarında bir oğlu olduğunu ve biz ülkemize döndükten sonra bu oğlunun kaybettiğini yani öldüğünü söyledi. Bizde şok olmuş, onun adına çok üzülmüştük. Türkiye’de olsak “başın sağ olsun, Allah sabır versin” derdik fakat başka bir dilde hocamızı rahatlatacak ne desek ne etsek pek bilemedik. Adeta dilimiz tutuldu. Moralimiz bir hayli bozuldu. Sadece dizi filmlerden öğrendiğimiz bir klişe söz olan rest in peace (huzur içinde uyusun) tarzında bir şeyler geveleyebildik.  


Ölümün bir yokluk ve son olmadığını, bu hayatın zorluklarından bir nevi kurtulmak olduğunu söyledik. Hem öbür taraf güzel olacak ki giden kimse oradan geri dönmemiş demeyi de ihmal etmedik. Biz bu şekilde kendimizce adamı sözlerimizle rahatlattığımızı, acısını paylaştığımızı sanırken, O'nun herhangi bir dine sahip olup olmadığını düşünemedik bile...Bilindiği gibi İskandinav ülkelerinde Ateizm (Tanrıtanımazlık) bir hayli yaygındır. 


Hocamızın oğlunun yüksek dozda ilaç alarak intihar ettiğini başkalarından öğrendiğimizde ikinci bir şoku yaşadık. Yani oğlu hastalık ya da herhangi bir nedende değil kendi canına kıymıştı. Allah kimseye göstermesin insan için çok acı bir durum...Büyük bir imtihan...


Bu durum önceki haline göre bizi fazlasıyla sarsmıştı. Hiçbir komşusu ile sorun yaşamayan, refah devleti olarak örnek gösterilen, Dünyanın bu en zengin ve mutluluk sıralamasında hep başı çeken ülkesinde, insanların kendileri ya da evlatları hiçbir neden yokken intihar ediyorlardı. Hayretti doğrusu...


Ve hocamız çocuğunun “hayat dolu biri olduğunu” ve “hiçbir derdinin olmadığını”  bunu neden yaptığı konusunda hiçbir fikir yürütemediğini acınası bir halde anlatmıştı. İçimiz gerçekten sızladı. Onun yerine kendimizi koyma fikri bile ürkünç geldi. Allah korusun...


Sonra bu ülkede parçalı da olsa 2 ay kadar süren ziyaretimizde kendimizin de deneyimlediği Norveç yaşam formunun bizim bile ruh halimizi etkilediği: “içimizi kararttığı, olumsuzluklarımızı arttırdığı ve hayat neşemizi söndürdüğü” düşüncesine kapıldık. Bu yüksek intihar vakalarının acaba havanın etkisi ve iç boşluktan kaynaklanıp kaynaklanmadığı konusu üzerinde bir hayli kafa yorduk. 


Cevabını ancak psikoloji, sosyoloji gibi akademik yazılarda ancak bulabileceğimiz bu derin konu sadece magazinsel olarak hafızamızın bir köşesinde bugüne kadar kaldı. Yazılı ve görsel basında ne zaman bir intihar vakası ile karşılaşsam  aklıma hep bu hikaye ve Freud’un iki olgusu gelir: çalışmak ve sevgi eksikliği ile bunun yanında bizim eklediğimiz iç boşluk...


Özetle, güz mevsimi ya da hüzün ayı insanı her ne kadar depresyona soktuğunu iddia etsek de -İskandinav ülkeleri gibi refahın her türlü nimetine sahip bu sahte mutlu yerinde, binlerce hayat dolu evlat, anne ve babanın intihar ettiği düşünüldüğünde- gerçek refah ve mutluluğun, tüm olumsuzluklarımıza rağmen bizim ülkemizde bu mevsimin daha bir güzel yaşandığının farkına varıyor. 


Bir sonraki yazıda görüşmek üzere...


Yorumlar

  1. Tolga bey yazınız benıde 2015 Norveç brrven liman ziyaretine götürdü. Yazınız, hayli etkileyici. İnanç eksikligi ve iç mutsuzluğundan dolayı bu durum lar yaşanıyor anıyorum.. Yazınız guzel olmuş. Tebrikler

    YanıtlaSil
  2. Sayın Unknown, Norveç'in bir çok liman şehri zaten çeşitli denizcilik firmalarının ortak iş ilişkilerinin olduğu yerler. Hatta oralara kurs, eğitim, seminer tarzı işler için 1 hafta ya da daha uzun kalacaklara otel yerine ev kiralamalarını öneriyorum. Hem daha uyguna geliyor hem de bahçeli muhteşem evde kalma deneyimi yaşıyorsunuz. Paranız da cebinizde kalıyor. İnanç meselesine gelince yaşadığımız olay gerçekten bizi derinden etkiledi. Güz mevsimi özelinde bu konuyu irdelemek istedik. Umarım beğenmişsinizdir.

    YanıtlaSil
  3. Yağmursuz bir güzün son günlerini yaşayan Ankara'dan merhaba;
    Yazınız beni 2009`da ailecek bir hafta kaldığımız İsveç'e götürdü. Kuzey ülkeleri çocukluğumda okuduğum Kuzey Masalları kadar güzel.
    Eşimle güzün başlangıcında tanıştığım için bize hep mutluluk hatırlatıyor.
    Beni hüzünlendiren nedense Temmuz ayı.
    Allwh nasip ederse, ailecek Norveç'e Kuzey ışıklarını görmek için gitmek istiyoruz.
    Emeğiniz ve yazınız için çok tşkler.

    YanıtlaSil
  4. Yorumunuz için teşekkürler Anonim. Size Aglotlaro sitesi olarak iyi tatiller diliyoruz.

    YanıtlaSil
  5. İntihar ile "inti" ve "har" kelimelerini farklı dillerden alıp melezleştirip yeni bir kelime çıkarmanız benim ilgimi fazlasıyla çekti. Farklı kelimeler için de bu yapılabilir ve güzel sonuçlar çıkabilir diye düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  6. Sevgili ReHiTu bende deneyince şaşırmadım değil? intihar kelimesinde tuhaf bir zıtlık çıktı acaba diğer başlıklarda da deneyince felsefi bir şeyler yakalanabilir belki :)

    YanıtlaSil
  7. Yazıyı okudukça ve "intihar" kelimesinin melezleştirilmesine gelinceye kadar Allah Allah bu yazıyı hatırlıyorum bir yerlerden diyorum. :)

    Yorum yanıtlarını ayrı ayrı göstermiyor hocam bu temanız, bence değiştirmelisiniz.

    Bayramınız mübârek olsun...

    YanıtlaSil
  8. Teşekkürler Rehitu tavsiyeni ilerleyen zamanda tutacağım. Şimdilik el atamıyorum maalesef 😔

    YanıtlaSil
  9. Yine geldi güz mevsimi, çöktü bir hüzün... Evet, havaların ruh halini etkilediğine inanıyorum. Ayrıca mevsim değişikliklerine göre de şekil alıyor insan. Tabi psikolojinin iyice dağılıp intihara kadar giden durumların tek sebebi hava olması mümkün değil. Örnek verdiğin ülkelerin birçoğuna gittim, Norveçte Osloya gidebildik sadece. Bir okula uğradık, panodaki resimlerde çocuklar hiç güneş çizmiyor hep bulutlu hava:) Mutluluğun sırrı başka şeylerde sanırım...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan kısa bir süre içinde yayınlanacaktır.