Öne Çıkan Yayın

Kaplumbağa Terbiyecisi Üzerine

Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz.  Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla  yapboz  denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi:  puzzle) etkinliğidir.   Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin  tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz.  Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n

ÇOCUK OL VE ÇOCUK KAL

Cogito Ergo Sum (Düşünüyorum Öyleyse Varım)

Sevgili blog okurları,

Çocuk ol ve çocuk kal! başlığı ile metaforlaştırdığımız bir olgunun tam ortasında öylece kalakaldık.

Buna neden olan şey ise videoda yer alan küçük piyanistin bizde uyandırdığı histir. Bu minvalde geçmişte (80'ler, 90'lar hatta 2000'ler) ebeveynlerimizin bizden ne bekledikleri ile şimdiki ebeveynlerin bu yeni nesilden (z kuşağı ve alfa kuşağı) ne bekledikleri? sorusuna cevap arama istediğimizdir.
Sizinle pandemi süreci ve başka nedenlerle uzun süren ayrılığın ardından yeniden #cogitoergosum (düşünüyorum öyleyse varım) diyerek yeni bir yazı ile karşınıza çıkmanın heyecanını yaşamaktayız.

Şunu belirtmekte fayda görüyoruz, yazıda anlatılanların ilki, toplumsal bir yaraya parmak basarak sizleri geçmişle-gelecek arasında bir köprü kurdurmaya, ikincisi, sıkılmaya başladığınızı hissettiğimiz anda olayı biraz da mizaha bağlayarak rahatlatmaya ve son olarak ise çocuklarımızın aslında ne olması ya da olmaması gerektiği konusunda farklı bir bakış açısı göstermeye gayret etmektir. İnşallah maksadımız hasıl olur...

Şimdi yukarıdaki videoyu izlediğimizde önce "helal olsun çocuk ne de güzel çalıyor" dedikten hemen sonra nedense zihin çarklarımız bir anda tornistan dönerek:

"Yahu çocuğum çık dışarı biraz gez, arkadaşlarınla oyna, bisiklete bin, ağaca tırman... ne bileyim yap işte çocukça bir şeyler...kime ne ispatlamaya çalışıyorsun? 

Hem bu dünya maalesef iyi ya da başarılıların yeri değildir bunu unutma! Ayrıca senin gibi çalışkan, başarılı insanlar yerine kötü ve ahlaksız insanları yüceltmekte pek maharetlidir! 

Bu sıkı çalışmaların sayesinde günün birinde belki virtüöz olabilirsin. Gelecekte müthiş kalabalıklar sana alkış tutabilir ve sen alkışlandıkça ve beslendikçe entellektüel kazanımlar elde edebilirsin. Toplumsal duyarlılık sahibi birey olarak bir belli konularda (çevre, ayrımcılık, dışlanma vb.) sorumluluk hissedebilirsin, sonra da "haddin olmadığı halde!" bu dünyaya belki "demokrasi, hümanizm, hak, adalet, eşitlik" vb. tarzda bir şeyler anlatmaya, dünya barışına katkı vermeye kalkışabilirsin. Allah korusun! Sonra ne mi olur? Ne mi gelir başına?

Vicdanı sönmüş, kendinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen, ahlaksız bazıları çıkar, seni rakip görür. Seni alaşağı etmek için hakkında olmadık şeyler uydururlar. Tabiri caizse sırtına basarak prim yapmaya kalkarlar. Ve emin ol, bunu da başarırlar. Çünkü gücün karşısında yanında kimsenin olmadığını maalesef acı tecrübe yaşamadan anlayamazsın. Sonra bir bakmışsın, herkes senden yüz çevirmiş ve sen başladığın noktaya geri dönmüşsün. Kısacası yalnızlığına...

Hem düştüğün belki de dibe vurduğun anda "sanatsız kalmış bir medeniyetin hayat damarlarından biri kopmuş demektir" ya da "muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" diyerek sana ışık tutan bir Atan'da olmaz ve gün geçtikçe rengin solar ve yok olursun...

O zaman bu kadar eziyet niye, ne için ve kim için? Değer mi bu kadar yorulmaya?"

Örnek mi istiyorsun? Ne de olsa sen bir Alfa kuşağısın, teknolojiyi bizden daha iyi bilir ve kullanırsın. Sor bakalım Google Amcana, yaz bakalım kimler bugüne kadar anlatılanlar gibi yüceltilmiş ve sonra yerin dibine geçirilmiş? kendin bir bak, araştır! İşte bu yüzden, bize göre de dünyanın en iyi piyanisti sen olacaksın! Her anne-baba gibi, seninkiler de bundan gurur duyacak. Fakat gel sen bizi dinle ve ne olur sadece “çocuk ol ve çocuk kal

diye içimizden geçiverdi. 

Ne yalan söyleyeyim kızımızın belediye konservatuvarından aldığı altı yıllık Batı müziği/klasik piyano eğitimi ardından aynı videodaki çocuk gibi güzel parçalar çalması aslında yukarıda saydıklarımızın tersine biz ebeveynlerini de gururlandırmaktaydı. Kim olsa gururlanır değil mi?

Fakat bazen ister istemez bizler de çocuğumuzun her boş vaktinde “niye piyano çalmıyorsun ya da niye çalışmıyorsun?” demekten kendimizi alamıyorduk. Ve Maalesef kapitalist dünyanın “başarma ya da başarılı olma hırsı” bizlerinde gözünü kör etmişti. Oysa ki gerçek hep aynı olduğu halde...Sanırım bu huylar hepimizin iliklerimize, kemiklerine işlemiş...

Oysa başkalarının çocukları için düşündüğümüz bu metaforu kendi çocuğumuza gelince nedense pek başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Hani halk arasında şöyle bir söz vardır “Hoca verir talkımı, kendi yutar salkımı” sanırım bizler bu deyiş ile artık özdeşleşmişiz. Yazık ki ne yazık...

Farkındayız biraz umutsuzluk aşıladık fakat hayatın gerçeği bu olgular. O zaman hem kafamızı biraz dağıtıp hem de konuya bağlayacak bir hikaye anlatalım. İnşallah beğenirsiniz.

SADECE BİR ÇOCUK

Küçük yaşta hafızası çok güçlü, okuduğunu hemen anlayan ve onu anlamlandıran, çevresi tarafından "zamanının en akıllısı" ünvanını alan bir çocuk yaşarmış.

Bu çocuk o kadar bilgili birisi imiş ki bırakın kendi anne-babasını, devleti yönetenler bile akıl danışmaya onun ayağına giderlermiş. ve anlattığı her şey o kadar isabetli ve yerinde imiş ki verdiği tüm nasihatler yerini bulur, onun sayesinde hiç kimse hayatta kaybetmez aksine kazanırmış.

Para isteyen para, güç isteyen güç, şöhret isteyen onun akıl dolu tavsiyeleri sayesinde şöhretini elde edermiş. Gel zaman git zaman ünü sınırları aşmış. Farklı memleketlerden kendilerine "bilginler" denilen bir grup anlatılanların doğru olup olmadığını öğrenmek için çocuğun ülkesine gelmiş. Amaç ona sorular sorarak bilgisini test etmek ya da onu herkesin önünde rezil ederek kendi sıfatlarını yüceltmek imiş.

Sormuş, soruşturmuşlar çocuğun yaşadığı yere birileri aracılığı ile gelmişler. Bilginleri getiren adam "hocamızın hareketleri biraz tuhaftır, baştan söyleyeyim" diyerek onları bazı konularda uyarmış. Bilginler denilen yere bakmışlar, bakınmışlar fakat çocuk ortada yokmuş! Sonra bir anda kafalarından aşağıya taşların geldiğini hissetmiş ve kaçışmışlar.

"Yahu ne oluyor, kim atıyor bu taşları?" çocuk bir ağacın tepesinde elinde sapanla kahkahalar atıyormuş bilginlere. Bu duruma sinirlenen bilginler:

"Bir de sana hoca diyorlar, dünyanın en akıllısı diyorlar, hani sen de akıl?" diye hayıflanmışlar.
Çocuğun cevabı ise gayet basit ve yerinde olmuş:

"Evet öyleyim doğru söylüyorlar ama onların unuttuğu çok önemli bir şey var ki o da ben HALA BİR ÇOCUĞUM" :))

İşte arkadaşlar, çocuklarımızın ne özelliği olursa olsun, ister birkaç farklı dil konuşsunlar, ister 4-5 haneli sayıları çarpsınlar, ister dünyanın en iyi müzisyeni olsunlar. Ebeveynleri olarak onların her haliyle elbette gurur duyacağız fakat yukarı anlattığımız "onların sadece bir çocuk oldukları" olgusunu göz ardı etmeden ve asla unutmadan!

Bir sonraki yazıda buluşmak üzere 👍


Blog yazılarımız için: https://aglotlaro.blogspot.com 'a; Videolar için https://www.youtube.com/channel/UCcW2d3jaaT5ot0SpKpj7Jhw/videos?view_as=subscriber ABONE OLMAYI ve yayınlarımızı paylaşmayı unutmayınız��

Yorumlar

  1. Tolga bey yuregınıze ve kaleminize saglik. Yenı yazılarınızı dort gozle bekliyoruz. Selamlar

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan kısa bir süre içinde yayınlanacaktır.