Öne Çıkan Yayın

Kaplumbağa Terbiyecisi Üzerine

Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz.  Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla  yapboz  denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi:  puzzle) etkinliğidir.   Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin  tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz.  Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n

Gezgin Serseriler | Proletaryanın Atası


Sevgili blog okurları, bugün sizlere proletaryanın (zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar) atası sayılan gezgin serserilerden bahsedeceğim. Bunu anlatmaktaki gayem Bertrand Russel'ın Aylaklığa Övgü kitabından:

Belirli bir zaman içinde birtakım insanların çamaşır mandalı yapımında çalıştıklarını varsayalım. Bunlar günde sekiz saat çalışarak dünyanın bütün mandal ihtiyacını karşılayacak kadar üretim yapmaktadırlar. Birisi çıkar, aynı sayıda işçinin aynı çalışma süresi içinde öncekinin iki katı mandal yapmasını sağlayan bir buluş kor ortaya. Ama dünyanın iki kat fazla mandala ihtiyacı yoktur, mandallar zaten o kadar ucuzdur ki, daha ucuza satılsa bile daha fazla satın alan olmayacaktır. Aklı başında bir dünyada olsa, bu durumda, mandal yapımıyla uğraşan herkes sekiz yerine dört saat çalışır, ama bunun dışında her şey eskisi yine eskisi gibi yürürdü. Gelgelelim içinde yaşadığımız dünyada böyle bir şey ahlak bozucu sayılır. İçinde yaşadığımız dünyada insanlar hala sekiz saat çalışmakta, birtakım insanlar iflas etmekte ve mandal yapımında çalışan işçilerin yarısı işten atılmaktadır. Bunun sonucunda yine öteki planda olduğu kadar boş vakit kalır insanlara, ama bu sefer insanların yarısı çok fazla çalışırken öbür yarısı tüm aylaktır. İşte, nasıl olsa kalacak boş vakit bütün insanlık için bir mutluluk kaynağı haline getirileceğine, bu şekilde ne yapılıp edilip evrensel bir sefalet kaynağı haline getirilmektedir. Bundan daha büyük bir delilik düşünülebilir mi?”

sözünün bende uyandırdığı anlam ile kitapta bahsedilen aylak kelimesinin derinlerine inildiğinde bu sefer okuduğum başka bir yazar olan Robert Castel'in o meşhur gezgin serserilerinin karşıma çıkmasından ibarettir.

Resim Kaynak: BFI 

Kimdir bu Gezgin Serseriler? 

16.yüzyıla kadar kötü şöhrete sahip kişilere verilen genel addır. Caymand’lar, reziller, niteliksizler, aylaklar, sefihler, ağzı bozuklar, muhabbet tellalları, miskinler olarak da adlandırılırlar. 

Bunlardan başka kötü şöhrete sahip olan: jonglörler, şarkıcılar, ucubeler, diş sökenler, yılan sokmasına karşı panzehir satanlar; toplumdan dışlanan, onur kırıcı mesleğe sahip olan barbutçular ya da fahişeler, hatta işçiler ya da berber çırakları bile sayılabilir. 

I. François’in 1534 tarihli yasasında herhangi bir senyörün himayesinde olmayan herkes “aylak ya da gezgin serseri sayılacağı” hükmü vardır ve bu şekilde damgalanırlar. Gezgin serserilik “hiçbir yerin adamı olmama” halidir. 

1566 tarihli çıkarılan bir fermanın yorumunda, “aylak, bir işe yaramayan, senyöre bağlı olmayan, terk edilmiş insanlardır; işleri güçleri yoktur ve sadece sayıdan ibarettirler” (bizdeki “kelle” deyimi gibi). 

Meşhur 1764 yasasında, kraliyet kararnamesinde “işi gücü olmayan herkes, altı aydan süreli, çalışmayanlar” şeklinde kesinlikler getirilir. Aylak hayatı alışkanlık edinmiş “gezgin serseri” bu sayede bugünkü irade dışı işsizlik durumu ile ya da iki iş arasında iş arayışı olarak adlandırılan şeyden ayırmaya tabi tutulmaya çalışılır. Gezgin serseriliği önlemek için ilk alınan tedbir “sürgün” olur fakat bu tarih ne olursa olsun çözüm alınamayacak ama yine de her seferinde denenecek olan yegane seçenektir.

Sonrasında “hapsetme”, kurallara karşı gelindiği takdirde idama kadar varan düzenlemeler kendisini çıkarılan yasalarda bulunacaktır. Dilencilere gösterilen hoşgörü (kapatılma gibi ya da ikamete dayalı yardım gibi şeyler) “gezgin serseriler” e çok görülecektir. Çünkü diğerleri toplumla entegrasyonları sağlanırken, yani ehilleştirilirken, topluma açık tehdit olarak görülen bu ele avuca sığmayan “gezginler” için tek yol bu gözükmektedir. Bu sayede toplum asayişi sağlanacaktır. 

Alexandre Vexliard, VIII. Henri’nin hükümdarlığı döneminde 12 bin gezgin serseri asılmış olduğu; Elizabeth döneminde ise yılda 400’ünün asıldığı bilinmektedir. Turgot döneminde 1775’te nezarethanelerin çoğu kapatılır, fakat onun görevi bırakmasında sonra tekrar bunlar açılırlar. Napolyon 1808’de bu kapatma yerlerini yeniden moda haline getirir.

İngiltere’de ise 1547 tarihli kararname ile VI.Edward, “aylak serseriler toplumun işe yaramaz üyeleri, daha doğrusu kamunun düşmanları” olarak ilan edilir ve “V” harfi (Vagabond, serseri anlamında) alınlarından kızgın demirle damgalatır. Aylakça yaşayan kişiyi ihbar edip getirene köle olarak verilmekte ve gezgin serserilik hakkındaki çıkarılan yasalar, Rönesans dönemindeki köleliği geri getirmektedir.



Aslında bugün sahip olduğumuz teknolojinin bulunmasında insanoğlunun düşünecek vakti bol bulan bu "aylaklar" ve onların torunları gezgin serseriler ile proleterlere çok şey borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz. 

Unutmadan şunu da hatırlatmakta fayda görüyorum Antik Yunan'da çalışmanın aşağılık bir şey olduğu bunu yapanların sadece köleler olduğu, soylu yurttaşların ise sadece felsefe yaptıkları bilinen bir gerçektir. 

Acaba diyorum "çalışmanın" bu kadar kutsallaştırılmasının nedenin, kapitalist dünyanın insanı yine eskiden olduğu gibi birer modern köle haline getirmesi olarak mı okumalıyız?

Bu sıralar çalışmıyoruz ya "çalışanlara" bolca vuruyoruz bizde işte. Ne demişler: "kedi uzanamadığı ete mundar dermiş" :))))   

Blog yazılarımız için: https://aglotlaro.blogspot.com 'a; 

Videolar için:https://www.youtube.com/channel/UCcW2d3jaaT5ot0SpKpj7Jhw/videos?view_as=subscriber ABONE OLMAYI ve yayınlarımızı paylaşmayı unutmayınız��

Yorumlar