Öne Çıkan Yayın

Kaplumbağa Terbiyecisi Üzerine

Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz.  Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla  yapboz  denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi:  puzzle) etkinliğidir.   Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin  tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz.  Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n

Vicdan Zorbalığına Karşı ya da Castellio Calvin'e

Sebastian Castellio
“İnsanın gerçeği araması ve bu gerçeği düşündüğü gibi dile getirmesi suç olamaz. Hiç kimse bir düşünceyi kabul etmeye zorlanamaz. Düşünceler özgürdür.” S.Castellio, 1551

Sevgili blog okurları, bu haftaki kitap okumasında Stefan Zweig’e ait Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castellio’dan Calvin’e kitabı hakkında olacaktır. Fakat benim anlatacaklarım 1998 yılı ilk baskısına ait elektronik kitaptandır. Dolayısıyla blog yazısı başlığında halihazırda piyasada güncel olarak satılan (2017) kitap başlığını tercih ettim. Bendeki edisyonun başlığını dipnottan bulabilirsiniz. İnternet aramalarında işinize yarayacaktır.[1]

Kitap, Avrupa'nın XVI. yüzyılında Katolik Hristiyan kilise baskısından kurtulmak için ondan ayrılan Protestanlığın bir uygulama alanı olan adına Calvinizm de denilen meşhur tarikatı ve bu tarikatın kurucusu olan Jean Calvin’i, öğretisinin uygulama alanı olarak seçtiği kent olan Cenevre ve halkının özgür iradesini baskılayarak, itaat etmeye zorladığını, karşısına çıkan tüm muhalifleri susturmak adına diktatörlükle onları ya şehirden sürdüğü, hapishanelerde işkence ettiği ya da en acısı ateşe atarak yaktığını üzülerek öğreniyoruz.

Özgür düşüncenin hiçbir şekilde engellenmemesi gerektiğinin en iyi anlatımını yapan yazar Zweig’in kendisinin de faşist Hitler Almanya’sından kaçarak başka ülkelerde yaşamasının da bilinciyle, tüm kelime ve cümlelerini yaşanılan bu dramatik olaya adeta kaptırarak, aynı hassasiyet çerçevesinde yazdığını anlıyoruz.

“Tarih tekerrürden ibarettir” denilen şeyin gerçekliğiyle her dönem, yüzyıl ya da zaman ne dersek diyelim, içine düşülecek en büyük tehlikenin “iyi niyetle” başlayan siyasi ya da entelektüel oluşumların, kendini kabul ettirmek pahasına belli bir noktadan sonra nasıl baskıya dönüştüğünü, muhaliflerini yediğini ve bir otoriter diktatörlük aracı haline geldiğini bu kitap vesilesi ile öğreniyoruz. 

En acısı ise tam da bu uğurda Nietzsche'nin (Niçe)“cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşenir” sözünün gerçekliğinde bu kitapta yaşanılanlar, “iyi niyetin” nasıl bir felakete çevrildiğini de anlamış oluyoruz. Anlayamadığımız ise, Cenevre halkının, özgür iradelerini başkalarına bırakma konusunda neden bu kadar tavizkar davrandıklarıdır. Çünkü inançlarını, tırnak içinde söylüyorum “hür iradelerini” ya Katolik Hristiyanlık kiliselerine ya da Calvinizm diktatörlüğünün ellerine bırakmak ne kadar mantıklı bir harekettir? Bu seçimleri bana Franz Kafka’nın "kötülüğün cennetinden çıkıp erdemin cehenneminde yaşamak" sözünü hatırlattı nedense…

Fakat tüm olumsuzlar içinde, karanlığı yırtan ve bir meşale gibi bizleri aydınlatan Sebastian Castellio gibi kahramanların varlığının olduğunu hissedince umudumuz yeniden tazeleniyor. Her otoritenin karşısında durabilen mutlaka bir güç olacağını, baskının, diktatörlüğün ilelebet bir şey olmadığını anlıyoruz. Öyleyse bu kadar zahmet, çaba niye?

Hümanist din adamı olarak bilinen Miguel Serveto[2], Hristiyanlığın dogmatik üç teslis inancının yanlışlığını anlayarak, anladığı bu gerçekliği yani gerçek İsa öğretisini, Calvin’le paylaşması, onu ikna etmeye çalışması ve bu uğurda inatla onunla mektuplaşması, kitabının bir nüshasını onun ile paylaşması, ateşte yakılarak öldürülmesi felaketini getirmiştir. 

Fakat Miguel Serveto'nun canı pahasına da olsa inandığı değerler uğrunda hiç geri adım atmadığını da öğreniyoruz. Calvin ile yıldızı hiç barışmayan vaiz Castellio’nun ise bu ölüm vesilesi ile sesini yükselttiğini ve karşısında korkmadan durduğunu öğreniyoruz. Beni etkileyen en güzel cümlesi ise “Bir insanı öldürmek asla bir öğretiyi savunmak değildir, bilakis: Bir insanı öldürmektedir.” Bu cümle bana sıklıkla söylenen “bir insanı öldürmek bir kainatı öldürmek demektir, çünkü insan mahiyeti itibariyle kainatın bir özetidir” sözünü hatırlatır. 

Hangi din, felsefe ya da yaşam biçimi olursa olsun “insan öldürmenin” meşruluğu her zaman tartışma konusu olmuştur. Din açısından ele alındığında bile belli kurallara riayette bulunulmakta, “affetmek öldürmeye” tercih edilmekte (kısas), hukuk normları ile mesele ele alındığında ise cana kıymanın çok katı kuralları bulunmakta, idam son seçenek olarak düşünülmektedir.

Fakat, XVI. yüzyılın Avrupa’sında önceden ayarlanmış sahte mahkemeler ile adeta tiyatro şeklinde Servet gibi bir din adamının salt düşünceleri yüzünden yakılması gerçekten trajik bir durumdur. 

Bu olay beni bu sefer de Sokratesin yargılandığı ve hapsedildiği antik Yunan dönemine götürdü. O zaman da Melitos denilen mel’un, iftiracı adam “gençleri fikirleri” ile zehirlediği konusunda Sokrates hakkında mahkemeye şikayette bulunmuş -aynı Calvin’in dolaylı olarak Servet’i şikayette bulunduğu gibi- mahkemeyi sahte tanıklarla aldatarak suçlanmasına ve hapsedilmesine neden olmuştu ve haksızlığa dayanamayan Sokrates zehir ile intiharına vesile olmuştu.

Bir benzerinin de kitapta Calvin’in Servete yaptığına şahit oluyoruz. Başı sonu belli olan davada, çektiği hücre işkenceleri ile savunma yapması adeta engellenen, her türlü psikolojik baskı unsuru uygulanan Servet bir yanda, tüm gücü, otoriteyi elinde bulunduran Calvin ise bir yanda. Terazi ne kadar hassas ve adil? Yargılandığı yer ne kadar adil? Bu değerlendirmeleri de vicdanımıza sormak, değerlendirmek gerekir! 

Başucu kitabı olarak önerdiğim bu eseri herkesin mutlaka en az bir kez okumasını tavsiye ederken "özgür düşünce" konusunda Avrupa'da neler yaşanılmış ve nasıl bu kadar özgürlüklerine düşkün birlik haline gelebilmişler? sorularının yanıtını da öğrenmiş olacaksınız. 

 
[1] E-Kitap, Zweig, Stefan (Çev: Kaya, Seyla). Calvin’e Karşı Castellio ya da Köleliğe Karşı Özgür Düşünce. Çiviyazıları. 1.Basım Kasım 1998. İstanbul

[2] Kitapta Servet’in fikirleri yüzünden sıkıntılara uğradığı, düşünce ve inancı uğruna farklı isimlerde farklı ülkelerde yaşadığını da öğrenmekteyiz.


Herkese iyi okumalar dilerim. Blog yazılarım için: https://aglotlaro.blogspot.com 'a; Şiirler ve Güzel Sözler için: https://gonuldilekcesi.wordpress.com 'a ABONE olmayı ve yayınlarımızı paylaşmayı unutmayınız👍

Yorumlar

  1. Evet uzun zaman önce okuyalım dediğim bir kitaptı. Umarım fazla uzatmadan bir ara zaman ayırabilirim.Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. https://www.webkenti.net/2018/01/aptallk-uzerine-bilimsel-calsmalar.html

    Okumanızı tavsiye ederim. Mesaj sorun değil , link gözükmesin isterseniz silebilirsiniz. Saygılarımızla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bu vesile ile tanışmak büyük zevkti. Sitenizin müdavimi olacağıma eminim. çünkü linkteki yazı çok güzel hazırlanmıştı...

      Sil
  3. Merhabalar,


    Avusturyalı roman, tiyatro, biyografi yazarı Stefan Zweig'i ilk olarak ''Satranç'' kitabıyla tanımıştım. ‘’Olağanüstü Bir Gece’’ adlı romanını da dün itibariyle bitirdim. ”Olağanüstü Bir Gece”, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimini anlatmaktadır. Romanda beni en çok etkileyen cümle şu iki cümle olmuştu:


    -Kendisini bulmuş olan insan dünyada hiçbir şeyi kaybetmeyecektir. Kendi içindeki insanı kavramış olan insan ise bütün insanlığı anlayacaktır.

    -Ne var ki bu satırları zaten sadece kendim için yazacaktım ve kendime bile tam açıklayamadığım bir şeyleri başkaları için anlaşılır kılmak gibi bir niyetim hiç yoktu.


    ‘’Olağanüstü Bir Gece’’ adlı romandan altını çizdiğim, en sevdiğim yirmi alıntıyı okumanız için sizinle de paylaşmak isterim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/olaganustu-bir-gece-romanindan-muhtesem-20-alinti/

    Umuyorum ilgiyle okursunuz,
    edebiyatla ve sağlıkla kalın.

    YanıtlaSil
  4. yorumunuz için teşekkür ederim. Bilgi paylaştıkça değerlidir. Bu sebeple linkinizin yayınlanmasında bizim açımızdan bir sorun yoktur. Umarım diğer yazılarımızı da keyifle okursunuz.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan kısa bir süre içinde yayınlanacaktır.