Öne Çıkan Yayın

Kaplumbağa Terbiyecisi Üzerine

Sevgili blog okuyucuları, Hayatımızda en az bir kez de olsa birçoğumuzun yaptığı ve bunu yapmaktan keyif aldığı bir etkinlik ya da özel bir hobiden bahsedeceğiz.  Bahsedeceğimiz şey; adına çoğunlukla  yapboz  denilen ya da İngilizceden dilimize biraz değiştirilerek aktarılan pazıl (İngilizcesi:  puzzle) etkinliğidir.   Bilindiği üzere yapboz , herhangi bir fotoğraf ya da resmin  tamamı ve ya bir kısmının ufak parçalara bölünmesiyle oluşan; parçalanmış bu resim ya da fotoların tekrar birleştirilmeye çalışıldığı " oyuncak " kategorisindendir. Bu oyunun zorluğu, parça sayılarının çokluğuna göre belirlenmektedir. Fakat sayıca az olup da renklerdeki detaylar sebebiyle zor olan modeller de vardır. Bize göre en üst seviye ise genelde hem parça olarak sayıca fazla olan hem de tek rengin farklı tonlamalarına sahip yapbozlar olsa gerek. Açıkçası bu tip durumlarda daha fazla zorlandığımızı düşünüyoruz.  Buradaki rakamları doğru okuyanlar renk körlüğü sıkıntısı çekmemektedirler. Sizler n

Cogito Ergo Sum (Düşünüyorum, Öyleyse Varım)


Sevgili Blog Okurları,

Yaşı ilerlemiş bir çok insan, kendisi ile kıyasladığında, gençleri bilgisiz, cahil olarak görür. Ben ise aksi istikamette düşünenlerdenim.

Eğitimci olarak çalıştığım yıllarda, öğrencilere bir şey öğreten olarak değil, onlarla yeni öğrenmeye çalışan biriymiş gibi hissettirmeye çalıştım.

Sanırım bu huyumu seviyorum. Çünkü kendime de sıklıkla sorduğum şu sorunun "gerçekten benim anlatacaklarıma öğrencinin ne kadar ihtiyacı var?" ya da "anlattıklarımın ne kadarı hayatta onların işine yarayacak?" cevabını bulmaya çalışmakla geçmişti. 

Öğrenim hayatı boyunca hepimiz kendimize göre bazı dersleri çok anlamsız bulmuş ve "şimdi bu anlatılanlar ne işe yaracak?" diye kendi kendimize hayıflanıp durmuşuzdur.

Eğitim Sisteminde Fark Yakalamak

Zaman içerisinde bize anlatılan bir çok bilginin çöpe gittiğini gördüğümüzde ise "bunun yerine keşke işime yarayacak .... anlatılsaydı!" diyerek iç çekmişizdir.

İşte benim başıma sıklıkla gelen bu tip nedenlerden dolayı "kendine yapılmasını istemediğini başkalarına yapma" altın kuralından hareketle, anlatmak istediğim meselelerin ÖZ'ünü anlatmaya gayret ettim ve etmeye de devam ediyorum.
 "Gördüğümüz dünyayı tarif etmiyoruz.
Tarif edebileceğimiz dünyayı görüyoruz."
Bunu yaparken yeni bir şey öğrenmek istiyormuşcasına hareket ediyorum. İnanın bu "taktik" o kadar çok işime yarıyor ki öğrenciler kadar diğer kişilerle olan ilişkilerimde de işe yarıyor.

Bu öğretme biçimine göre, öğrenci olsun ya da başka biri onlarla aynı seviyede olmuş oluyorum. Ne onlar beni yukarıda görüyor ne de ben onları aşağıda görüyorum. O zaman örneğin, derslerdeki katılım oranının bir o kadar yukarıda olduğuna, uyuma ya da dikkat dağılımı oranının ise bir o kadar aşağıda olduğuna şahit oluyorum.

Klasik eğitim metodunda, görsel materyaller kullanılırken aşırıya kaçmak, slaytlardan bol yazılar okumak, boğucu bilgi bombardımanına tutmak konusunda her zaman kaçınmışımdır. Oldum olası da gereksiz bir hareket olarak görürüm.

Her ne kadar formasyon eğitimlerinde ya da etkili sunum yapma tekniklerinde, dersi veren hocalar gerekli taktik/ipuçlarını verseler de, gerçek saha da bu işler o kadar kolay olmuyor.

Dersi heyecanlı kılacak, katılımı yükseltecek "atraksiyon" işler yapmanızı bekliyor sınıftaki öğrenciler. Fıkra anlatma, karikatürize davranışlar, anınızı paylaşma bir yere kadar sizi götürebiliyor, dersi kaynatma tehlikesi işte burada baş gösteriyor. İpin ucu kaçtı mı bir anda çalan zil ile uyanıyorsunuz.

O zaman nasıl bir taktik izleyeceğiz?

Ben bu noktada bizlere öğretilenlerden hariç "doğaçlama yapmayı, bilgisiz kişi rolü" oynamaya bayılıyorum. İnanın müthiş keyif alıyorum. İnsana kendini değerli hissettirdiğiniz anda bakın bakalım gerçekte kim bilgili, kim cahil oluyor?

Yukarıda "mandıra filozofu" filminin bayıldığım repliklerinden birinden de anlaşılacağı üzerine, bende gençlerin bilgi konusunda doğuştan "bilgi yüklenmiş" olduklarına inananlardanım.

Bizlerin onlara bir şeyler öğretmeye çalışmaktan ziyade, sadece kaynaklara ulaşmada doğru yön verilmelerine daha fazla ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum.

İnanın evde de kendi kızıma aynı şekilde davranıyorum. Bana sorduğu soruların hiçbirine "hazır cevap" vermeyerek, konuyu onun adına ilginç ve heyecanlı hale getiriyor, sanki onunla yeni bir şey öğreniyormuş havası yaratıyorum. Böylece hem eğlenmiş hem beraber vakit geçirmiş (kaliteli zaman) hem de yeni bir şeyler öğretirken kendim de kullandığım taktiğin başarı seviyesini ölçüyorum.

Bana katılırsınız ya da katılmazsınız, bunlar benim hissettiklerim, yaşadıklarım ve yaşattıklarım.

Zaten herkes standart bir davranış sergileseydi ya da bize emredildiği gibi klasik öğretme yöntemlerini uygulamış olsaydık, bilim dediğimiz şey nasıl açığa çıkacaktı ki?

Blog yazılarımız için: 
Şiirler ve Güzel Sözler için: 
Videolar için: 
 ABONE OLMAYI ve yayınlarımızı paylaşmayı unutmayınız��

Farklı düşünme, farklı hareket etme, fark ortaya koyma, çağın gerekliliğe sahip olma, yenilenme arzu edilen şey değilse, nedir? siz cevaplayın.

"Dinozor kalmak"  ile "yenilenebilir insan" olmak arasındaki fark işte tam da budur. Bu yüzden bende yenileme uğruna çaba gösteriyor ve yaşım kaç olursa olsun Descartes'ın dediğini tekrarlayarak "düşünüyorum, öyleyse varım" diyorum.